Haberler

Nasreddin Hoca kimdir? Nasreddin Hoca hayatı ve biyografisi! Nasreddin Hoca'nın gerçek ismi

Güncelleme:

Türk mizah ve güldür tarihinde oldukça önemli yeri bulunan Nasreddin Hoca'nın hayatı, kim olduğu oldukça merak ediliyor. Nasreddin Hoca kimdir? Nasreddin Hoca hayatı ve biyografisi! Nasreddin Hoca'nın gerçek ismi nedir? Nasreddin Hoca kısaca hayatı ve en bilinen sözleri nedir? İşte Nasreddin Hoca ile ilgili soruların cevapları ve detaylı bilgiler.

Nasreddin Hoca Türk kültüründeki mizahın farklı bir boyutta olması ile çok sayıda insanın hayatında, çocukluğunda etkisi olan bir karakterdir. Nasreddin Hoca'nın karakteri ile milyonlarca çocuk büyümüştür. Nasreddin Hoca hakkında çok sayıda söylenti de bulunmaktadır. İşte detaylar...

NASRETTİN HOCA KİMDİR?

Nasreddin Hoca, 1208 yılında Hortu'da dünyaya gelmiş ve 1284 yılında Akşehir'de vefat etmiştir. Nasrettin Hoca, Anadolu Selçukluları döneminde Hortu ile Akşehir ve çevresinde yaşayan efsanevi kişidir.

Çoğunlukla hazırcevap ve mizah anlayışını haiz bir bilge olarak aksettirildiği hikâyelerle tanınan Nasreddin Hoca'nın gerçekte yaşayıp yaşamadığına, yaşadıysa gerçek kişiliğinin ne olduğuna dair tartışmalar olmakla birlikte gerçek bir tarihî kişilik olduğuna dair bazı belgeler bulunmaktadır. Bu belgelerden edinilen bilgilere göre 1208 yılında Hortu köyünde doğan Nasreddin Hoca burada temel eğitimini aldıktan sonra Sivrihisar'da medresede eğitim görmüş ve babasının ölümü üzerine döndüğü memleketinde köy imamlığı görevini üstlenmiştir. Nasreddin Hoca, bir süre sonra dönemin tasavvufi düşünce merkezlerinden Akşehir'e göç ile Mahmûd-ı Hayrânî'nin dervişi olarak Mevlevîlik, Yesevîlik veya Rufâilik yoluna mensup olmuştur. Akşehir'de mülki görevler üstlenen ve aynı zamanda Akşehir çevresindeki yörelerde de kısa süreli bulunduğu düşülen Nasreddin Hoca 1284'te yine Akşehir'de ölerek günümüzdeki Nasreddin Hoca Türbesi'ne gömülmüştür. Nasreddin Hoca'nın adına anlatılar hikâyeler etrafında gelişen efsanevi kişiliği ölümüyle aynı yüzyıl içerisinde ortaya çıkmış olup Nasreddin Hoca adına addedilen yazılı anlatılar yüzyıllar içerisinde onlarla ifade edilen sayılardan binlere kadar çıkmıştır. Çoğunlukla hazırcevap bir bilgin olarak aksettirildiği hikâyelerin yanı sıra Nasreddin Hoca'nın mânâsız sözler söyleyen akıldan noksan birisi olarak sunulduğu farkı kişilik özellikleri barındıran hikâyeler de bulunmaktadır. Ermiş bir bilginden saçma sözler sarf eden bir deliye kadar birçok farklı kişilik özelliği bulunduran bu hikâye çeşitlenmesinin anonim anlatıların da zamanla Nasreddin Hoca adına bağlanmış olabileceği ihtimali ile açıklanmaktadır. Günümüzde bibliyografik bir değeri bulunan Nasreddin Hoca yazılı kültürünün bilinen en eski anlatısına 1480 yılında telif edilen Saltuknâme'de rastlanmakla birlikte Povest o Hoce Nasreddine serisi 1,5 milyon ile şimdiye dek en fazla satışı yapılan Nasreddin Hoca derlemesidir. Bu eserlerden derlenen fıkralar, içerdiği mesajlar, özellikleri ve mitolojik unsurlar gibi farklı bağlamlarda incelenmiş olup birçok ülkede eğitim-öğretimde de kullanılmaktadır.

Yeni doğan bebeğin bebek bağının türbesine gömülmesi, yeni evlilerin ilk olarak türbesini ziyaret etmesi gibi halk inanışlarında yer edinen Nasreddin Hoca'ya dair hikâyeler Türk halklarının yanı sıra Araplar, Bulgarlar, Çinliler, Farslar, Macarlar, Ruslar gibi farklı toplumlarda da yer edinmiş olup Naara Suoks, Jiyrenşe Şeşen gibi yerel kahramanlarının anlatıları ile iç içe geçmiş hâldedir. Geniş bir coğrafi alana yayılımına bağlı olarak sanat ve popüler kültür alanlarında Nasreddin Hoca'ya dair çokça eser verilmiştir. Bunların arasında 1775-1782 yılları arasında yazılan Nasreddin Hoca'nın Mansıbı bilinen ilk oyun, 1939'da gösterime giren Nastradin Hoca i Hitar Petar bilinen ilk filmdir. Ayrıca 1996 yılı UNESCO tarafından tüm dünyada Nasreddin Hoca Yılı olarak kutlanmış olup günümüzde Nasreddin Hoca adına şenlikler, yarışmalar ve bilimsel toplantılar düzenlenmektedir.

Gerçek kişiliği

Nasreddin Hoca'nın doğum yeri önceleri net olarak bilinmemekteydi. Başta İbrahim Hakkı Konyalı tarafından olmak üzere Akşehir'e bağlı Sivrice köyünde doğduğuna dair iddialar öne sürülse de[35] Sivrihisar'ın Hortu köyünde doğduğu kabul edilmekteydi.[36] Yapılan son araştırmalarla Nasreddin Hoca'nın Hortu'da doğduğu kesinleşmiştir. Doğum tarihi tam olarak bilinemese de dönemin Sivrihisar Müftüsü Hasan Efendi'nin Mecmûâ-i Maârif adlı eserinde yer alan eski sicilden aktarılmış bilgilere göre 1208 yılında Abdullah ve Sıdıka çiftinin oğlu olarak doğmuştur.Nasreddin Hoca temel eğitimini köy imamı olan babasından alarak medrese öğrenimi için Sivrihisar'da bulunmuş, babasının ölümü üzerine Hortu'ya dönerek ondan kalan köy imamlığı görevini üstlenmiştir.

Nasreddin Hoca'nın Nakşibendilik yoluna mensup olduğunu gösteren Tabibzâde Mehmed Şükrü'nün Silsilenâme-i Aliyye-i Meşâyih-i Sûfiyye adlı eserindeki hatalı silsilenâme.

Anadolu Selçuklu Devleti'nin siyasi karışıklıklar içerisinde olduğu zaman diliminde yaşayan Nasreddin Hoca'nın döneminde Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre gibi isimlerin etkisiyle tasavvufi düşünce ve tarikatların etkinliği artmaya başlamıştır. Bu ortamda Mecmûâ-i Maârif'e göre 1237 ya da 1238 yılında ardında köy imamlığı yapması için Mehmed adında birisini bırakarak tasavvufi düşüncenin merkezlerinden biri olan Akşehir'e göç eden Nasreddin Hoca, adının geçtiği en eski belge olan Saltuknâme'ye göre Mahmûd-ı Hayrânî'nin dervişi ve Sarı Saltuk'un pirdaşı olmuş, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ile dostluk kurmuştur. Mecmûâ-i Maârif'te ayrıca Hacı İbrahim Sultan'dan da tasavvufi terbiye aldığı bilgisi yer alsa da ikisinin arasında yüz yıllık fark olmasından dolayı bu bilgi tarihî gerçeklerle uyuşmamaktadır. Buna karşılık Nasreddin Hoca'nın Hacı İbrahim Sultan'dan değil, aynı adlı dedesinden eğitim aldığı ihtimali bulunmaktadır. Nasreddin Hoca'nın, şeyhi Hayrânî dolayısıyla Mevlevîlik, Yesevîlik veya daha zayıf ihtimalle Rufâilik yoluna mensup olduğu düşünülmektedir. Ayrıca Nasreddin Hoca'nın Tabibzâde Mehmed Şükrü'nün silsilenâmesine göre Nakşibendi olduğu belirtilse de bu bilgi de tarihî gerçeklerle uyuşmamaktadır.

Nasreddin Hoca, aldığı eğitimle beraber Akşehir'de mülki görevler edinerek kadılık ya da kadı naipliği yapmış muhtemelen Kayseri, Ankara, Afyonkarahisar, Kütahya, Bilecik gibi çevre yerleşim yerlerinde de bulunmuştur. 1284 yılında hayatının büyük bölümünü geçirdiği Akşehir'de ölmüştür.

En eskisi 16. yüzyıla tarihlenen anonim Lâtâ'if-i Hâce Nasreddin derlemelerinde Nasreddin Hoca kimi zaman Timur kimi zaman I. Alâeddin Keykubad ile çağdaş gösterilmektedir. Evliya Çelebi ise Seyahatnâme'sinin ikinci cildinde Akşehir'den söz ederken Nasreddin Hoca'dan da söz açarak I. Murad ve I. Bayezid dönemlerinde yaşadığını belirtmiştir. Bu farklı anlatılara karşın günümüzde Nasreddin Hoca ve yakınlarına dair belgeler ışığında Nasreddin Hoca'nın 13. yüzyılda yaşadığı ve Timur, I. Murad ya da I. Bayezid ile çağdaş olamayacağı konu üzerinde çalışan araştırmacıların büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmektedir. Buna karşılık Timur ile çağdaş gösterildiği anlatılardaki Timur figürünün aslen Akşehir'de sekiz yıl ordugâh kuran Moğol şehzadesi Keygatu olabileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır.

Efsanevi kişiliği

Fıkralardan türeyip Nasreddin Hoca'yı ermiş, bilgin, hazırcevap, deli dolu gösteren ve birçok farklı kişilik özelliği yansıtan çeşitli anlatılar mevcuttur. Fıkralarının sayısının geçmiş yazılı eserlere doğru gidildikçe azalması bir takım anonim fıkraların zamanla Nasreddin Hoca adına bağlanmış olabileceği ihtimalini güçlendirmekte[54] ve efsanevi Nasreddin Hoca kişiliğinin bu şekilde çeşitlendiğini düşündürmektedir. Saltuknâme'de geçen bir fıkraya göre aynı şeyhin müridi olan Sarı Saltuk, Nasreddin'e Akşehir'de rastlar. Nasreddin, Saltuk'a altın, gümüş tabaklar içinde yiyecek ikram eder. Bu gösteriş karşısında Sarı Saltuk, kendi kendine "Bu adam acaba bu kadar serveti babasından miras mı aldı yoksa kendini mi kazandı?" diye sorar. Misafirinin aklından geçenleri sezen Nasreddin der ki: "Bütün bunlar babamdan kaldı. Benim, bu dünyaya gelirken getirdiğim ve bir gün dünyayı terk ederken de götüreceğim üç nesnedir." Saltuk'un "Bu üç nesne nedir?" sorusuna Nasreddin Hoca'nın cevabı "Bir sikimle iki taşağım." olur. Bu kaba sözler Sarı Saltuk'un garibine gider ama düşüncesini yüksek sesle anlatmaya cesaret edemeyerek kendi kendine "Böyle bilge bir adam manasız şeyler söylemez, her halde sözlerinin gizli bir manası vardır. Acaba ne demek istedi?" diye düşünür. Nasreddin misafirinin aklından geçenleri sezer ve der ki: "Kafanı boş yere yorma, söyleyeyim; bu üç şeyden maksadım: Birincisi iman, ikincisi amel, üçüncüsü de ihlâstır." Bu fıkra Nasreddin Hoca'nın kişiliğinin bir türlü mistik yorumudur ve ölümünden henüz iki yüzyıl sonra kişiliğine aslından tamamen farklı, karşısındakinin düşüncelerini keşfetme gibi nitelikler yakıştırıldığı görülmektedir.

Derleme yazmaların çoğunda Nasreddin Hoca'nın ermiş kişiliğine yönelik birçok fıkra bulunmaktadır. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi yazmasındaki bazı fıkraların sonuna eklenen "...işte halk arasında atasözü olmuştur." cümlesi de hocanın halk bilgesi olarak görüldüğünü gösterir. Nasreddin Hoca'nın bu yönde fıkralarından biri şu şekildedir:

"Nasreddin Hoca bir adamla yolda giderken bir sipahiye rastlarlar. Sipahi hocanın yol arkadaşına uzak bir köye kılavuzluk yapmasını emreder. Adam ben filan beyin kuluyum deyip bu angaryadan yakasını kurtarır. Sipahi bu sefer hocaya buyurur, hocanın "Ben de Allah'ın kuluyum." diyerek angaryadan kurtulmaya çalışması para etmez, sipahinin önüne katılır ama "Hey yarabbi! Bir filan beyin kulu olan adamın haline bak bir de senin kulunun haline bak!" diye tanrıya serzeniş etmekten de kendini alamaz. O anda bir gürültü duyup arkasına bakan hoca görür ki sipahi attan düşüp ölmüş."

Hocanın ermişliğine atıf yapan ancak latifeye ve hatta gelenekle bağdaşmaz davranışlarda bulunduğu aşağıdaki örnekteki gibi hikâyelere de rastlanmaktadır:

"Çömezi İmâd, hocaya takılmak amacı ile yalandan hasta olur. Okuyup üflemesi için hocayı çağırırlar. Kendisini tanıyıp tanımadığını soran hocaya İmâd şakayı daha da ileriye götürerek 'Sen eskici Kara Koca değil misin?' karşılığını verir. Hoca da ona 'Sen sağlık yerine taşağımı alırsın.' der. İmâd bu kez gerçekten onulmaz bir hastalığa tutulup ölür".

Nasreddin Hoca'nın ermişliğine yönelik fıkralardan biri de ölümünden yıllar sonra cuma namazı için toplanmış cemaati türbesine çağırdığının anlatıldığı hikâyedir. Cemaat namazı bırakıp türbeye gider ancak hocayı orada bulamazlar. Döndüklerinde ise caminin kubbesinin çöktüğünü görürler.

Bektaşî fıkraları niteliğine sahip Nasreddin Hoca fıkraları da bulunmaktadır. Hocanın sabah namazını uzatmasının sebebini "Allah'ı borçlu edeyim" diye açıkladığı, tanrı misafiriyim diyerek evine gelen adamı mescide gönderdiği, fındık dağıtırken çocuklara "Allah taksimi mi olsun kul taksimi mi?" diye sorduğu, "Kul taksimi" cevabını aldığında göğe bakarak "Bak, çocuklar bile senin işlerini beğenmiyorlar." diye seslendiği fıkralar Bektaşi edalı fıkralardandır.[57][59] Bu son fıkra aynı zamanda Bektaşî'nin meyve ikram ettiği kimselere "Allah yapısı mı olsun kul yapısı mı?" diye sorduğu fıkrayla da benzerlik göstermektedir.

Nasreddin Hoca, fıkralarında iki farklı anlamda "deli" olarak anılmaktadır. Birinci anlamıyla Nasreddin Hoca, saçma hareketlerde bulunan, manasız sözleriyle saf ve aptal göründüğü halde gerçekte bilge niteliği taşıyan ve garip davranışlarının altında ders alınacak gerçekler bulunan bir kişidir. Ermiş yönleriyle öne çıkan birçok fıkrada da bu yönüyle görünmektedir:

"Çetin meselelerini Arap, Acem, Hint bilgilerinin çözemediği bir molla Nasreddin'e gelir. Onu tarlasında çalışırken bulur. Hoca, mollayı deli dolu sözleriyle ve garip davranışları ile şaşırtır ama sorularına da çatır çatır cevap verir. Molla böylece hem hocanın olgunluğu, hem de Rum ülkesinin bilim seviyesi üzerine bir yargıya varır: 'Rum'un delisi böyleyse uslusu nice olur?' der."

İkinci anlamıyla gerçekten akıldan noksan, saçma işler yapan aptal insan profiline dair Karatepeli fıkralarına benzer Nasreddin Hoca fıkraları bulunmaktadır. Saltuknâme'de yer alan bir fıkra bu minvalde örnek olarak gösterilmektedir:

"Saltuk, Nasreddin Hoca ile görüşmek için evine geldiği zaman hocayı bulamayınca karısından onun Sivrihisar'a gitmiş olduğunu öğrenmiş. Kadından hocanın kasabaya niçin gittiğini sormasına aldığı karşılık şudur: "Sivrihisar'ın musarrifleri haber gönderdiler, dahi ayıtdılar: Gelsün bize biraz akıl koysun biz dahı iller gibi uslanalum."

İsmail Hami Danişmend'in eleştirdiği Nasreddin Hoca anlatılarından birinin resmedildiği, hocayı eşeğe ters binmiş şekilde gösteren 18. yüzyıla ait bir çalışma.

Karatepeli fıkraları mahiyetindeki Nasreddin Hoca fıkralarının ana kişisi eski tarihli anlatılarda Nasreddin Hoca değil "bir Sivrihisarlı" olarak da yer almakta olup bu fıkraların en eskisi 15. yüzyıla kadar inmektedir. Nasreddin Hoca'nın güldürü kişiliği ile Lâmiî Çelebi'nin de aktardığı üzere Sivrihisarlıların tuhaf insanlar olarak nitelenmesinin arasındaki ilişkiye cevap bulmak adına Bodleian Kütüphanesindeki 43 hikâye arasında Sivrihisar'dan söz edilen iki hikâyeyi ve Fransa Millî Kütüphanesindeki iki hikâyeyi karşılaştıran Pertev Naili Boratav, Nasreddin Hoca'nın nüktedan kişiliğinin Sivrihisar halkına aktarıldığı yönüne meyilli olduğu belirtmekle birlikte tersi bir durumun da imkânsız olmadığını söylemiştir. Günümüzde Nasreddin Hoca'nın kerametine verilen bir anlam değişmesiyle Sivrihisarlılar da Kayserililer gibi işini bilen, cin fikirli insanlar olarak anılmaktadırlar.

Memmedhüseyn Tehmasib, davalının "o kendi kulağını ısırdı" savunması üzerine kadı olan Nasreddin Hoca'nın bunu kendi üzerine denediği anlatıyı şöyle yorumlamaktadır: "Mahkemede kimsenin halledemediği meselelere kesin çözüm bulmak kabiliyetine sahip bir adamın birdenbire kendi kulağını dişleyen ahmak kadıya çevrilmesinde muhakkak bir maksat vardır. Bizce burada ahmak Molla Nasreddin değil, onun tenkit etmek amacı ile kasten rolüne girmiş olduğu kadıdır."[66] Kazak halkbilimci Şakir İbrayev aynı konu ile ilgili görüşünü "Onun kendisini ahmak olarak göstermesini, içinde bulunduğu çaresizlikten kurtulmak için yapılmış ani bir davranış olarak kabul ediyoruz. Çünkü böyle bir durumdan kurtulmanın tek yolu ya ters bir davranışta bulunmak ya da ters bir cevap vermektir." şeklinde özetlerken Eflatun Cem Güney de Nasreddin Hoca'nın Karatepeli mahiyetindeki deli rolünü aldığı fıkraları şöyle değerlendirmektedir: "O, kulun ayıbını yüzüne vurmamak için kendisini safderun bir adam yerine koyuyor. Gülünecekse kendine gülüyor, güldürecekse kendine güldürüyor. Kendine gülmek, kendine güldürmek, yine de gülünç olmamak. Belki de en ince mizah bu." Boratav, Güney'in "Rahmetli ne başkaları gibi vakaların tuhaflığını diline doluyor, ne de ipsiz sapsız sözlerle kaba saba nükteler yapıyor." yargısını hatırlatarak Nasreddin Hoca hakkında çelişkiye düştüğünü belirtmiştir. İsmail Hami Danişmend de bilge ve ilim adamı olarak nitelediği Nasreddin Hoca hakkında "...hocayı eşekli bir budala vaziyetine sokan bizim müelliflerimiz, muharrirlerimizdir." görüşünü öne sürerek gerçek kişiliği ile efsanevi kişiliğinin birbirlerine tezat olduğunu savunmuştur.

NASRETTİN HOCA FIKRALARI

Nasrettin Hoca'nın Fıkraları arasında en çok güldüren ve beğenilen hikayeleri için doğru yerdesiniz. Nasrettin Hoca'nın az bilinen fıkralarının yanı sıra unutulmayan ve hala dillerde dolaşan fıkrası için en komik seçeneklere aşağıdan ulaşabilirsiniz.

Nasrettin Hoca'nın Parayı Veren Düdüğü Çalar Fıkrası

Nasreddin Hoca Fıkrası 1: Parayı Veren Düdüğü Çalar

Çocuklar, pazara gelen Nasreddin Hoca'nın etrafını sarmış. "Hoca, bana düdük al!" demiş biri. "Bana da, bana da!" demiş bir diğeri.

Diğerleri de sırayla:

– Ben de düdük isterim!

– Bir tane de bana!, demişler.

İçlerinden sadece biri Nasreddin Hoca'ya düdük parası vermiş. Hoca, parayı alıp pazara gitmiş.

Hoca, akşam pazardan dönünce çocuklar etrafını sarmış. Her biri düdüğünü istemiş. Cebinden bir düdük çıkaran hoca, parayı veren çocuğa vermiş.

Diğer çocuklar hep bir ağızdan bağırmış:

– Hani bizim düdüğümüz?

Nasrettin Hoca gülerek,

– Parayı veren düdüğü çalar, demiş

Nasrettin Hoca'nın Ya Tutarsa Fıkrası

Nasreddin Hoca bir gün gölün kıyısına gider. Elinde koca bir kaşık yoğurdu da yanına almış.

Nasreddin Hoca, kaşığındaki yoğurdu göle sokmuş ve yoğurdu göle boşaltmış.

O sırada köylülerden biri onu görmüş ve şaşkınlıkla:

– Hoca ne yapıyorsun, diye sormuş.

Hoca gülümseyerek:

– Gölü mayalıyorum, ne yapayım, demiş.

Adam, Hoca'ya bakmış ve kahkaha atarak:

– Ne diyorsun be Hoca, çıldırmış olmalısın. Koskoca göl hiç maya tutar mı?, demiş.

Hoca gülümsemesini hiç bozmadan:

– Peki ama ya tutarsa, demiş.

Nasrettin Hoca'nın Kim Daha Büyük Fıkrası

Hoca'ya:

- "Efendi" demişler, "padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi ?"

- "Çiftçi büyük elbet" demiş Hoca ve eklemiş; "Çünkü çiftçi buğday yetiştirip vermezse pâdişah acından ölür."

Nasrettin Hoca'nın Gönlüm Razı Olmadı Fıkrası

Nasreddin Hoca, kasabadan Kur'an-ı kerim, tefsir ve ilmihal gibi bazı kitaplar almış. Bir çuvala yerleştirmiş. Çuvalı sırtına almış, eşeğine binmiş köyüne doğru gidiyor.

Yada Hoca'yı görenler :

- " Bre Hoca, çuvalı niye kendi sırtına aldın ?" diye sormuşlar.

- "Ne yaparsın" demiş Hoca, "zavallı hayvan zaten benim bütün kahrımı çekiyor. Kendi bindiğim yetmiyormuş gibi çuvalı da ona taşıtmaya gönlüm razı olmadı."

Nasrettin Hoca'nın Bugün Ayın Kaçı? Fıkrası

Nasreddin Hoca bir gün bir işi için Konya'ya gitmiş. Yolda giderken bir adam Hoca'yı durdurmuş:

– Pardon Amca, bugün ayın kaçı biliyor musun?, demiş.

Hoca:

– Ne bileyim yahu! Ben buraların yabancısıyım, demiş.

Nasrettin Hoca'nın İp Olur Fıkrası

Nasreddin Hoca'nın yaşadığı köyde yaşayanlar Eyyübi kelimesini bir türlü doğru söyleyemiyorlarmış.

Bazısı Eyip, bazısı İyip, bazıları da İyp diye yanlış bir şekilde söylüyorlarmış.

Buna artık dayanamayan Hoca vaazında:

– Ey komşular sakın ola ki oğlunuz olursa adını Eyyûb koymayın. İnsanlar onu söyleyemez çocuğun adı olur İp, demiş.

Rüyada Gözlük

Gece yatağında mışıl mışıl uyuyan Nasreddin Hoca aniden uyanmış. Hemen kapısını uyandırmış:

– Hanım kalk gözlüğümü bulamıyorum.

Kadıncağız uykulu bir şekilde:

– Hoca gözlüğü uykuda ne yapacaksın?, demiş.

Hoca gözlüğünü bulmuş ve gözüne takarken:

– Rüyada daha iyi göreceğim, demiş.

Nasrettin Hoca'nın Hırsızın Ardından Fıkrası

Nasreddin Hoca ile kapısının evine bir gece hırsız girmiş. Hırsız her şeyi toplamış ve çuvalına doldurmuş. Hoca bunları yaparken hırsızı görmüş ve sesini çıkarmamış.

Hırsız sessizce evden çıkıp kendi evine doğru yola çıkmış. Hoca da onu takip edip arkasından evine girmiş.

Hırsız onu fark edip:

– Sen de kimsin?, demiş.

Hoca:

– Bir az önce evimdeki her şeyi toplayıp buraya getirdin. Ben de buraya taşındığım için seninle geldim, demiş.

Nasrettin Hoca'nın Mevsimlerden Yakınanlara Fıkrası

Bir gün köyde bir grup adam toplanmış sohbet ediyorlarmış. Önce havadan sudan sohbet etmişler. Konu sonunda sıcak ve soğuğa gelmiş ve içlerinden birisi:

– Şu insanoğlu haline şükretmesini hiç bilmez; kışın soğuktan, yazın sıcaktan yakınırlar, demiş.

Konuşmaya kulak misafiri olan Hoca:

– Öyle deme cahil adam, bak bahara kimsenin bir şey dediği var mı?, demiş.

Nasrettin Hoca'nın Tarhana Çorbası Fıkrası

Günlerden bir gün Nasreddin Hoca'nın canı tarhana çorbası çekmiş. Üzerine ekmek doğrayıp çorba içmeye hayali kurarken kapısı çalınmış.

Yan komşunun oğluymuş gelen.

– Hocam annem çok hasta, yemek yapamadık. Bir tas çorban varsa verebilir misin?, demiş.

Bunu duyan Hoca kendi kendine:

Bu komşular da bir alem! Kurduğum hayalin bile kokusunu almayı beceriyorlar, demiş.

NASRETTİN HOCANIN ÇOK KOMİK FIKRALARI

Hepsinin Tadı Aynıdır

Nasrettin Hoca,

bağdan topladığı üzümleri eşeğine yükler.

Evine giderken yolda çocuklar peşine takılır.

– Hoca Efendi bize de üzüm verir misin, dedikleri zaman Hoca çocuklara bakar.

Bu kalabalık çocukların her birine bir salkım verse, üzümler bitecek.

Tutar, her birine bir tane üzüm verir.

Çocuklar sızlanmaya başlar.

– Ama Hoca efendi, çok az verdin.

Nasrettin Hoca:

– Canım niye ısrar ediyorsunuz. Ha bir tane ha on tane ne fark eder.

Nasıl olsa hepsinin tadı aynı değil mi, diyerek gider.

Doksan Dokuza Da Razıyım

Nasrettin Hoca bir gece garip bir rüya görür.

Rüyasında avucuna doksan dokuz altın para koyarlar.

Ama Hoca bununla yetinmeyip,

– Olmaz, doksan dokuzu veren yüzü de verir.

Yüz altın isterim, diye sayıklar.

İşte tam bu sırada Hoca uyanır.

Gördüklerinin rüya olduğunu anlayınca hemen gözlerini kapatır.

Avucunu uzatarak,

– Peki, doksan dokuza da razıyım, der.

Kaynak: Haberler.com / Gündem

Nasreddin Hoca Akşehir Haberler

500

Yorumlar (2)

Hamide:

Nasreddin hocayı çok seviyorum tabi fıkralarınıda??

1
2
yanıtYanıtla
Hamide:

Nasreddin hocayı çok seviyorum. tabi fıkralarınıda??

2
0
yanıtYanıtla
Yazılan yorumlar hiçbir şekilde Haberler.com’un görüş ve düşüncelerini yansıtmamaktadır. Yorumlar, yazan kişiyi bağlayıcı niteliktedir.
title