Bir Kere Bulaşınca Bu İşlere Çıkmak Öyle Kolay Değil -1
Neslihan Çınar
Attığım başlık anlatacağım öykünün ederi değil aslında ama okunmanın gereği. Bunu bana öğreten de Allah rahmet eylesin Aykut Işıklar'dı. Onu da sonra anlatırım! Neyse konu hiç magazinsel değil, bu kez kendi hikayemi paylaşmak istiyorum. Kendi iyilik, sağlık ve dernek hikayem bu yazı. En kısa hali ile bile yazsam tefrika olacağını bildiğim için ikiye bölüyorum okumaya değer bulursanız devamı da birkaç gün içinde yine köşemde olacak. Yazının içinde isimlerde geçiyor onlarda gerçek insanlar. Farkında olsunlar ya da olmasınlar bana kattıkları için bir teşekkür fırsatı aynı zamanda çünkü bu yazı. Lütfen önden buyurun ben bu hikayeyi biliyorum, sizin için yazıyorum.
Eskiden çok eskiden Meme kanserine halk arasında kanser denmezdi. Adı kitleydi ayrımı da iyi huylu ya da kötü huylu olmasıydı. Hatta iyi huylu ya da habis olmasıydı tabii yirmi yıl öncesinden filan bahsediyorum. Bir meme küçültme operasyonu sayesinde tamamen şans eseri kötü huylu kitlem olduğu anlaşıldı. Yine inanılmaz bir şansla en erken evrede yakalanan kitle ameliyatla alındı. Farklı etkenler (serdeki gençlik, kendine özensiz yaşam anlayışı diyelim) nedeniyle birkaç kez tekrarlanan operasyonlar ve açık yara tedavisinden sonra olaya, Türkiye'de ki birçok kadının memesine de el atan sevgili arkadaşım Dr.Ceyhun İrgil el koydu da benim mini kanser öykümü yıllar yıllar önce olmuş, kontrollerle devam eden sorunlu bir meme macerasına çevirdi ve ben bu macerayı unuttum. Gerçekten yani adı kanser olmayan kötü huylu bir kitle temizlendi diye baktım ve artık nasıl kendi öykümden kaçtıysam sağ mememin komple, sol mememin belli bir kısmının alınıp silikon takılmasını gayet olağan, gayet normal karşıladım. Hatta o zamanlarda sadece ünlülerin silikon hikayeleri etrafta dolaşırken kendi çapımdaki şöhretim bana otuzlu yaşların ortasında pek bir güzel gelmişti.
Zaman geçti ne kadar geçtiğini yazının başından bu yana dek aşağı yukarı anlamışssınızdır. Hep gece, hep müzikle ilgili insanlarla yaşadığım iş tecrübelerinden yorulup, İstanbul'da artık yaşanmaz deyip aile evime Bursa'ya ve yerel medyaya döndüğüm 2019 yılında bana bir ajanstan metin yazarı olarak iş teklifi geldi. Ajansın sahibi hem tanıdığım hem işlerine saygı duyduğum bir kadındı ve sevdiğim bir şeyi yaparak fazladan para kazanmak da acayip keyifli bir fikirdi, kabul ettim. Bilsem de sanırım konumlandıramadığım ya da önemsemediğim bir dernek içinde yer aldığının farkındaydım bizim patron Derya Acar'ın ama fluydu zihnimde bu dernek işi. Gittiğim aralıklı zamanlara rağmen "ya ben ofis insanı değilim" demeye başladığım süreçte birden bana dediler ki "sen bundan sonra Pembe İzler Kadın Kanserleri Derneği" sosyal medya içeriklerini oluştur. "Metin yazmak bambaşka sosyal medyaya içerik üretmek bambaşka şeyler. Hayır bir de ben ne anlarım kanserle ilgili konulardan" cümlesi ağzımdan çıktığında dank etti bana ama bozuntuya vermedim. Sadece ben yapamayabilirim, beceremezsem üzülürüm gibi temelsiz bahanelere sarıldım ama patron gayet netti bu konuda. Yanlış anlaşılmasın zorunlusun denmedi, öyle güzel ifade ettiler ki derneğin bu ihtiyacını ve ben öyle birden karşımda buldum ki kendi kanser öykümü gücüm yoktu sudan bahanelerimi diretmeye. Benim bir kanser öyküm o zamanlar ne denirse densin vardı, ben aymazlığımı o sırada anlamlandırdım.
Kısaca böyle başladı benim dernek hikayem. 2019 yılının Aralık ayında önce sağlık sektörünün yakından tanıdığı bir isim olan dernek başkanı Arzu Karataş'ı ofisinde ziyaret ettik. Beni kolumdan tutup götüren de ajansın hem kreatif üstadı hem de en başından bugüne dek Pi'nin tüm mecralarda olmasını sağlayan Ünal Hocaoğlu'ydu. Kendisi halen daha beni zaman zaman bu dernek işlerinde deli eden insanlardan biri de olsa yeteneği ve reklam sektöründe ki deneyimine hayranımdır. Halen beni aşacağını düşündüğüm işlerde ilk koştuğum, fikrini istediğim kişidir aynı zamanda. Uzatmayayım, Başkanla tanışmıştım aslında her zaman ki hercailiğimle. Ana ocağına dönünce, en başında beri tanıdığın insanlarınla bir araya geliyorsun. O kişilerden biri olan Ayşe Alagöz'ün Pi Kadın Kanserleri yararına meme kanseri farkındalığı için yazdığı bir tiyatro oyunu Gülizar'da ben de rol almış, ekiple İstanbul ve Bursa'da 5 gala yapmıştık. Ve dernek başkanı bizi İstanbul galalarından birinde izlemeye geldiğinde tanışmıştık. O kadar alışıktım ki yeni yüzleri anlık tanıyıp anında hafızamdan silmeye (eski menajerlik günlerinin bana bıraktığı berbat yeteneğimdir ama onu da sonra anlatırım) ve o kadar eğleniyordum ki oyun galalarında kulislerde, nasıl görememişsem kadının aurasını, ofisine gittiğimde fark edince acayip utandım. Ne istediğini söyledi bana. Neler hayal ettiğinin küçücük bir parçasını anlattı. Yıllarca müzik piyasasında ünlü tabir edilen sanatçılarla çalıştım. Bazıları arkadaş, bazıları iş, bazıları dert oldular hayatıma ama hayran olma yetimi de başka alanlara kaydırdılar. Ün silikleşti bende daha çok genç yaşımda, yerini de iş becerisi, akıl ve azimle uğraşan insanlara saygıya bıraktı. Hani çok az insana hayranlık duyuyordum açıkçası. O küçük ve düzenli hastane ofisinde derneğin kurucu başkanlarından Arzu Karataş'la yoğun iş programı içinde yaptığım 30 dakikalık konuşmada çok uzun zaman sonra birine hayran olduğumu hissettim. Heyecanı anlatıyordu her şeyi. Daha çok kadına ulaşma ve kanser üzerine farkındalık yaratma isteği, kendi kanser öyküsü ile barışık ve öğrendiklerinin başkalarına nasıl fayda sağlayabileceği düşüncesi ile kurulan bu dernek onun çocuğuydu. Konumunun, o konuma da zarar vermeden elverdiği ölçüde ihtiyacı olanlara fayda sağlaması için uğraşısı o kısacık sürede söylenmesine gerek kalmadan bana geçenlerdi ve zaman içinde hepsinin ne kadar doğru olduğunu yaşayarak öğrenme fırsatı da buldum. Buldum ama devamı için bir sonraki yazıda buluşuruz demenin de vakti geldi.
O zaman ikinci bölümde buluşana dek kalın sağlıcakla.