Demokrasi, bir başkası için ile başlar

Muhammed Furkan Güneş

Daha önceki gündemin sıcaklığı soğumadan, henüz neyin ne olduğunu anlamadan, daha olan biteni hazmedememişken, peşi sıra yeni hamleler geliyor.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının, İstanbul Barosu yöneticilerinin, kendilerine verilen yetkiyi "amaç dışı" kullandıkları iddiasıyla açtığı davada İstanbul Barosu başkan ve yöneticilerinin görevden alınmasına karar verildi.
Peki mesele neydi de İstanbul Barosunun elindeki yetkiyi amaç dışı kullandığı iddia edildi? Suriye'nin Kuzey bölgesinde Suriye Milli Ordusu (SMO) ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasındaki çatışmaları takip eden Nazım Daştan ve Cihan Bilgin isimli iki gazeteci öldürülmüş, İstanbul Barosu da "Uluslararası İnsancıl Hukuk Uygulansın!" başlığıyla bir basın açıklamasını sosyal ağlarında paylaşmıştı.
Nazım Daştan ve Cihan Bilgin üzerinden yapılan açıklamaya istinaden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Başkan İbrahim Kaboğlu ve 10 yönetim kurulu üyesi hakkında "basın yoluyla terör örgütü propagandası yapmak" ve "basın yoluyla halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yaymak" suçlamasıyla 3 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası talep etmiş ve garip olan şu ki siyasetçi olmadıkları halde, siyasi yasak da istenmişti.
Yurt dışından gelen gözlemciler dahil avukatlar ve başkanlar ile birlikte 350 kişi duruşmayı izlemek istedi ama 27. Ağır Ceza Mahkemesi salonu bile yetersiz kaldı.
İnsan, her gün bir yenisi, kızıl renkte "son dakika" manşetiyle önümüze düşen ve gerek içeride gerekse de dışarıda Türkiye'ye dair endişeleri daha da arttıran, seri bir şekilde hayata geçirilen operasyonlara dair düşünmeye bile fırsat bulamıyor. Düşünmeye ve de anlamaya fırsat bulamıyor ki eleştirebilsin.
Siyasi parti başkanları, işadamları, basın çalışanları, belediye başkanları ve şimdi de hukukçular…
Sırada kim var?
Saraçhane'de İmamoğlu protestosuna şimdi de Taksim'den İstanbul Barosu protestosu eklendi. Toplum her gün biraz daha geriliyor sokaklar biraz daha ısınıyor.
Bir taraftan sanal alemde internet veri akışı bandını daraltmalar, diğer taraftan gerçek hayatta halkın demokratik tepkilerini dillendirmesine getirilen yasaklarla, nereye dönsek endişe, nereye baksak umutsuzluk, ne konuşsak korku.
Hani bir klişeye dönmüş o sloganı bilmeyeniniz yoktur: Susma sustukça sıra sana gelecek. Ona dair, 19. Yüzyılda yaşayan Martin Niemöller isimli bir rahibin anlattığı bir anekdot vardır:
Naziler önce komünistleri alınca sustum çünkü komünist değildim. Sonra Yahudileri aldılar, Yahudi olmadığım için yine sustum. Sonra sırasıyla sendikacıları ve Katolikleri aldılar yine sustum çünkü yine ben değildim. Beni almaya geldiklerinde gördüm ki benim için sesini bağıracak kimse kalmamıştı.
Türkiye'de yaşadığımızın özeti gibidir bu. Hani şu meşhur deyişte "Demokrasi bir başkası için olmadıkça demokrasi olmaz" denir ya bizim de sorunumuz bu: Demokrasi ama sadece benim için…