Haberler

Karanlık Ekranlar, Çürüyen Vicdanlar: Şiddetin Etkileşimle Buluşması

Fatma Ece Gödeoğlu

Fatma Ece Gödeoğlu

İletişimci ve Psikolog
05.10.2024 12:11

Bir haber okursun… Bir anda, kanın çekilir, nefesin daralır, midene bir yumru oturur. Gözlerin bir noktaya dalıp giderken düşüncelerin parçalanmış bedenler gibi oradan oraya savrulur. "Nasıl bu hale geldik?" diye sorarsın. Cevabı bir türlü bulamazsın. Her gün yeni bir haber. Her gün yeni bir şiddet. Bedenler parçalanıyor, ruhlar kuruyor, vicdanlar köreliyor. Artık bir psikolog desteği almak lüks değil; yaşamsal bir ihtiyaç. Ama bu yalnızca bireyler için değil, aileler için de bir zorunluluk haline geldi. Çocuklarımızı büyüttüğümüz, geleceğe hazırladığımız bu toplumda, böylesine vahşet ve duyarsızlık nasıl bu kadar yaygınlaşabildi?

Toplumumuzda 4 Ekim 2024'te yaşanan son cinayet vakası, sadece iki genç kızın kaybı değil, aynı zamanda bir toplumsal çürümenin çarpıcı bir göstergesi. İki genç kız hayatına, hayalleriyle, umutlarıyla birlikte son verildi. Ve biz ne yapıyoruz? Artık böylesi olaylara yalnızca üzülmekle kalmıyoruz, aynı zamanda bu vahşetin görüntülerini sosyal medyada paylaşan, dehşeti yayarak "etkileşim" arayan bir kitleye tanıklık ediyoruz. Sanki bir korku filmi izlemeye davet eder gibi. Bu noktada sorulması gereken soru, biz nasıl bu hale geldik?

Sosyolojik açıdan bakıldığında, dijital platformların bireyler üzerindeki etkisi çok daha derin ve tehlikeli bir boyuta ulaşmış durumda. Şiddet ve dehşet, anlık tüketim nesnelerine dönüşmüş durumda. Öyle ki, bir insanın parçalanmış bedenine bile tepki veremeyen bir nesil yetiştiriyoruz. Empatiden, ahlaktan yoksun, yalnızca kendi çıkarına hizmet eden bir algı inşa ediliyor. Sosyal medyanın sağladığı bu görünmezlik zırhı, bireyleri sorumluluktan uzaklaştırıyor, onları yalnızca izleyen, tüketen ve paylaşan varlıklara dönüştürüyor. Etkileşim uğruna yapılan bu paylaşımlar, aslında toplumun ruh sağlığının ne kadar tehlikede olduğunun en somut kanıtıdır.

Psikolojik anlamda baktığımızda ise, bu tür olaylar ve paylaşımlar toplumsal travmalar yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda ruh sağlığının büyük bir yıkımına yol açıyor. İnsanlar şiddeti normalleştiriyor, duygudaşlık yeteneğini kaybediyor ve adeta birer izleyici haline geliyorlar. Artık dehşet bile sıradan bir içerik haline geldiğinde, insanlar gerçek acı ve kayıp duygularını dahi hissedemez hale geliyorlar. Bu da beraberinde toplumun duygusal anlamda körelmesini getiriyor.

Bu noktada, şunu tekrar vurgulamak gerek: Ailelerin ve bireylerin psikolojik destek alması artık şart. Her aileye bir psikolog uygulaması acilen başlatılması gerek!

Ancak bununla da bitmiyor; toplumsal bilinçlenme, etik ve ahlaki değerlerin yeniden hatırlatılması, bireysel sorumlulukların farkına varılması gerekiyor. Aksi halde, her birimiz bu karanlığın içinde kaybolmaya devam edeceğiz. Bir toplum, duygudaşlık yeteneğini kaybettiğinde, insanlığından da uzaklaşır. Evet, tam da bu noktada acilen bir uyanışa ihtiyaç var. Yalnızca bireylerin değil, artık "sosyal medya toplumu" dediğimiz kitlenin tamamının, The Walking Dead dizisindeki zombilere dönüşmeden önce harekete geçilmesi gerekiyor. Duyarsız, sadece ekran karşısında tüketen ve insanlığı hissedemeyen bir kitle haline gelmek, toplumsal bir felakete doğru gidişin en net göstergesi. Eğer bu bilinçlenme, farkındalık ve empati duygusu yeniden canlandırılmazsa, hepimiz bu ruhsuz yürüyen ölüler kervanına katılacağız.

Zombilerin bilinçsizce hareket ettiği, sadece açlık dürtüsüyle yönlendiği o karanlık dünya, aslında bizim de duygularımızı, empati yetimizi ve ahlaki değerlerimizi kaybettiğimizde nasıl bir hale dönüşeceğimizin mecazi bir aynasıdır. Sosyal medya, tıpkı o dizideki gibi, insanları birer tıklama, birer etkileşim uğruna ruhsuz bir varlığa dönüştürüyor. Eğer bu kısır döngüyü kırmazsak, vicdanlarımızı kaybederken, insanlığımızdan da uzaklaşacağız.

title