Haberler

Yaşlanma durdurulabilir mi?!

Dr. Mehmet Yavuz

Dr. Mehmet Yavuz

Nöroloji Uzmanı
14.09.2021 05:40

Ölüme çare bulmak ya da bir ölümsüzlük iksiri tüm zamanların en çok aranılan ve merak edilen konusu olmuştur. Insanlar çağlar boyunca kimi büyücülerden kimi kahinlerden kimi de simyacılardan ölüme çare bulmak için uğraşıp durmuşlardır.

Eski Hint destanı "Mahabbarata" insan ömrünü binlerce yıl uzatabilen bir bitki özünden bahseder. Ancak bu bitkinin nasıl birşey olduğu konusunda bilgi yok. Eski Yunan kaynakları ihtiyarlığı gençliğe çeviren bir hayat ağacı meyvesinden bahsediyor. Rus destanlarında ise kaynağı Buyan adasında bulunan "canlı su"dan sık sık bahsedilmektedir. Antik doğunun en önemli eseri olan Gılgamış destanı, ölümsüzlüğü arayan hikayelerle doludur.

Böyle efsanelere konu olan birçok "uzun yaşam öyküsü" araştırma konusu olmuş ve kitaplara bile geçmiştir. Ancak yine de bu konu büyük oranda gizemini korumaktadır. Örneğin Nuh Aleyhisselamın nasıl 950 sene yaşadığını bilmiyoruz. Evet insan ömrünü uzatabilmemiz mümkün ama ölümsüzlüğe çare yok. Ne kadar uzun yaşarsanız yaşayın birgün mutlaka hayat sona erecektir. Yüce Allah kuran-ı Kerim'de "Her nefis mutlaka ölümü tadacaktır" buyuruyor. O halde ölümden kaçış yok.

Tabii ki uzun yaşama konusunda dünyanın her yerinde farklı farklı girişimler, metodlar ve iddialar var. Bazı labaratuvarlar da bilimsel olarak uzun ve sağlıklı yaşamanın yollarını arıyor.

Örneğin vücüt ısısını düşürerek mesela 37 den 35 e indirerek yani bir hipotermi oluştururak bu 2 derecelik düşüşle insan ömrünün 200 yıla kadar uzayabileceğini iddia edenler var. Hatta eğer hipotalamusdaki ısı regulasyonuna müdehale edilerek beden ısısı 32 dereceye düşürülebilinirse 700 yıla kadar bir yaşam süresi hesap ediliyor. Burada amaç metabolizmayı yavaşlatarak zamanı da yavaşlatmak ama metabolizmanın yavaşlaması belki ömrü uzatabilir ama bunun da farklı boyutta yan etkileri olacağı da muhakkak.

Bir diğer teori de timozin hormonu takviyeleri ile hayatın uzatılması. Normalde bağışıklık sisteminin dinamosu olan timozin takviyesinin uzun vadede nelere sebebiyet vereceğini henüz bilmiyoruz. Belki de birçok oto-immun hastalık tetiklenebilecek.

Bir diğer gençleşme girişimi ise "kalori sınırlaması". Artık günde üç öğün yemenin gereksiz ve zararlı olduğunu söyleyenler gittikçe çoğalmakta. Bunun yerine günde tek öğünü savunanlar da bir hayli fazla. Fakat son zamanlarda aynı bizim oruç ibadetimize benzer şekilde "günün 6 saatinde tokluk geri kalan 18 saatinde açlık" yöntemini benimseyenleri görmekteyiz. "intermittent fasting (aralıklı açlık diyeti)" denilen bu diyet uygulaması ile hem kilo verme hem de uzun yaşama hedeflenmektedir. Bu teknikte sabah kahvaltisi kaldırılıyor ve öğlen yemeği ile akşam yemeği arası 6 saattanfazla olmaması gerekiyor. Diğer zamanlarda ise kişi sadece su gibi şekersiz sıvı gıdalar alabiliyor. Ancak ABD yaşlanma enstitüsündeki araştırmacılar farklı bir görüş ortaya koyuyor. Bunlara göre kalori sınırlaması, yaşlanma ile ortaya çıkan hastalıkları geciktiriyor ama ömrü uzatmıyor. Bu ekibe göre kalori sınırlamasının bazı faydaları olmakla birlikte yaşlanma süreci; genetik, beslenme, çevre faktörleri ve stres oluşumları ile karmaşık bir etkileşim içerisinde.

Elbette ki tüm bu iddialara hergün yenileri ekleniyor ama henüz ortada elle tutulur, gözle görülür birşey yok. Her şeye rağmen ölümsüzlüğe simyacılar kadar meraklı başka bir meslek olmamıştır. Simyacıların tarih boyunca iki büyük amaçları olmuştur. Birincisi basit madenleri altına çeviren formülü keşfetmek ikincisi ise ölümsüzlük iksirini bulmak. Ancak yine de ölümsüzlüğe Çin imparatorları kadar hiç kimse hevesli olmamıştır. Ancak ne hazindir ki; ölümsüzlüğe erişmek için simyacılar tarafından farklı farklı hazırlanan iksirler onların ömürlerini uzatmada muvaffakiyet gösterememiştir. Hatta 8. Yüzyılda hüküm süren imperator Xuanzong iki sene binbir emek ve çaba ile dünyanın her tarafından getirtilen özel maddelerden oluşan iksiri içtikten bir ay sonra ölmüştür.

Aslında yaşamı uzatmada hatta kanser dahil birçok hastalıkların tedavisinde öne sürülen fantastik bir hikaye daha var; "Manna". Ilk defa antik mısırda firavunlar tarafından kullanılan manna sadece ömrü uzatmakta kalmıyor aynı zamanda kanser dahil birçok hastalığı da tedavi ediyor. Iddia şu ki; manna'nın gizemli förmülünü bilen var mı yok mu? Kesin bir malumat yok. Yalnız bazı iddialara göre dünyada halen birilerinde manna var ve belki de milyon dolarlara sadece çok özel kişilere satılıyor. Manna, altın elementinin elektriğinde dahil olduğu bazı karmaşık kimyasal işlemlerden geçirilip elde edilen beyaz bir tozdur. Bir iddiaya göre de "manna" yüksek devirli altın ve platin grubu metallerden oluşan özel bir karışımdır. Ve bilinen en iletken maddedir. Bu özelliği ile zihinsel gücü olağanüstü kapasitelere çıkarabilme, üçüncü gözü maksimum faaliyete geçirerek sezgi ve durugörüde yüksek aşamalara geçebilme hususiyetleri de var. dolayısıyla lider kişilerin de en çok ihtiyaç duydukları ve aradıkları bir madde.

Bütün bu araştırmalardan sonra akla şu soru geliyor; "Niçin günden güne yaşlanıyoruz, buna sebep nedir? Eğer sebebi bulursak yaşlanmayı da yavaşlatabilir miyiz?"

Yaşlanmaya sebep olan asıl olay, hücrelerdeki metabolizma faaliyetleri esnasında ortaya çıkan serbest radikallerdir.Serbest radikaller (artık moleküller), alınan gıdalar hücre içinde oksijenle yanarak enerjiye dönüşürken oluşurlar ve bazen bunlar da elektron alıp vererek enerji üretimine katkı sağlarlar. Oksijen molekülü enerjiye dönüşme esnasında ya elektron verip eksiklenerek ya da elektron alıp oksitlenerek artık moleküllere dönüşür. Oksit gidericiler (antioksidanlar) tarafından yok edilmeyen, üretim fazlası serbest radikaller (artık moleküller), hem bedenin hem de beynin yaşlanmasına neden olur. Çünkü eksiklenen ya da oksitlenen artık molekül, yeniden çift elektronlu hale geçmek için sürekli hücrelere saldırarak onları harap eder. En önemlisi bundan DNA'da nasibini alır ve giderek artan düzeyde yapısal bozukluğa uğrar. Böylece hücre bölünmesi ile yeni hücre üretilse bile, hücre DNA'sı bir önceki yapısal özellikleri devam ettirir ve asla kendini sıfırlayamaz. Böylece ölüme kadar sürekli yaşlanan hücreler üretilir. Beyin hücrelerinde ise bölünme ile yenilenme olmadığı için, beden hücrelerine göre hasar daha ağır olur. Bunun bir diğer nedeni de beyin hücrelerinin daha fazla oksijen tüketmesi ve dolayısıyla daha çok artık molekülün ortaya çıkmasıdır.

Işte eğer biz, ihtiyaç fazlası artık molekülleri oksit gidericilerle (antioksidanlarla) yok etmeyi başarabilirsek, yaşlanmayı da yavaşlatabiliriz. Artık moleküllerin o kadar çok tahripleri olur ki, hücre başına neredeyse günde 10 bin saldırı gerçekleşir. Yani tek bir hücre DNA'sı bile, günde 10 bin artık molekül saldırısı alır. İşte yaşlanmanın, Parkinson, Alzheimer gibi birçok hastalığın asıl sebebi de bu saldırılardır. Vücudumuz aslında boş durmaz. Serbest radikalleri yok etmek için sürekli oksit gidericiler üreterek artık molekülleri yok etmeye çalışır. Dolayısıyla hayatımızın her anında, ölümü temsil eden artık moleküllerle, yaşamı savunan oksit gidericiler arasında bir savaş cereyan eder. Ancak tamamen yok edilemeyen serbest radikaller, her türlü hücresel iletişime zarar verir. Beyin hücreleri de artık moleküllerin saldırıları karşısında giderek harap olur, zayıflar, hacimsel olarak da küçülür. Organizma yıldan yıla yaşlanır ve en sonunda yaşamın sonuna gelinir.

Hülasa serbest radikalleri uygun gıda disiplinleri ya da ilaçlar ile ne kadar elemine etmeyi başarabilirsek, beyin ve vücut yaşlanmasını, buna bağlı olarak da ortaya çıkabilecek birçok hastalığı yenmemiz ya da yavaşlatmamız mümkün olabilecektir. Diğer bir deyişle "eğer enerjiyi yağlanmayerine tamire yönlendirebilirsek" uzun ve sağlıklı yaşamanın da sırrını keşfetmiş olacağız. Kimse nasıl yapılacağını bilmese de hücrelerdeki hasarın birikmesine engel olabilirsek200-300 sene yaşayan insanlar görebiliriz.

title