Haberler

Yedi Güzel Adam kimdir, isimleri nelerdir? Yedi Güzel Adam şiiri nedir?

Haberler
Güncelleme:
Haberler
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Cahit Zarifoğlu'nun şiirinde 'Bu insanlar dev midir / Yatak görmemiş gövde midir' diye anlattığı Yedi Güzel Adam'ın hayatı merak ediliyor. Yedi Güzel Adam Türk edebiyatında önemli bir yer ediniyor. Peki, Yedi Güzel Adam kimdir? İşte, Cahit Zarifoğlu'nun Yedi Güzel Adam şiiri

Türk edebiyatına Yedi Güzel Adam, Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Nuri Pakdil, Mehmet Akif İnan, Alaeddin Özdenören ve Ali Kutlay'dır. Yolları Kahramanmaraş'ta kesişen 7 Güzel Adam'ın eğitim gördüğü 169 yıllık tarihi Maraş Lisesi 2019 mart ayında müzeye çevrilmiştir. Yedi Güzel Adam hakkında bilinmeyenler, kitapları ve şiirleri

YEDİ GÜZEL ADAM KİMDİR?

Cahit Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan, Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Ali Kutlay, Nuri Pakdil ve Alâeddin Özdenören'in hayatlarını konu almaktadır.

7 Güzel Adam isimleri:

  • Cahit Zarifoğlu
  • Mehmet Akif İnan
  • Erdem Bayazıt
  • Rasim Özdenören
  • Ali Kutlay
  • Nuri Pakdil
  • Alâeddin Özdenören

1- Cahit Zarifoğlu

Abdurrahman Cahit Zarifoğlu (1 Temmuz 1940, Ankara - 7 Haziran 1987, İstanbul, Türk şair ve yazar.

Çocukluğu Siverek, Maraş ve Ankara'da geçti. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatını bitirdi. Diriliş dergisinde şiirleri yayımlandı. Arvasilerden, Seyyid Kasım Arvasi'nin kızı Berat Hanım'la evlendi ve bu evlilikten üç kız, bir erkek evladı oldu. Nikâhında şahitliğini Necip Fazıl Kısakürek yapmıştır. 1973 yılında Sarıkamış'ta vatani hizmetine başlamış, 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatı'na katılmış ve 1975 yılında askerliğini tamamlamıştır. 1976 yılında Mavera dergisinin kuruluş çalışmalarında yer aldı. 7 Haziran 1987 tarihinde akciğer kanseri hastalığından İstanbul'da vefat etti. Kabri Üsküdar Beylerbeyi'ndeki Küplüce Mezarlığı'nda ve kayınpederi olan Kasım Arvasi ile yan yanadır. Her sene 7 Haziran'da sevenleri tarafından mezarı başında anılır.

2- Erdem Bayazıt

18 Aralık 1939'da Maraş'ta dünyaya geldi. Asıl adı Adil Erdem'dir. Annesi Şerife Hanım Ârifoğulları'ndandır. İlk ve orta öğrenimini babasının memuriyeti dolayısıyla bazı kesintiler dışında Maraş'ta tamamladı Önce İstanbul ve ardından Ankara Hukuk fakültelerine devam etti ancak fakülteyi bitirmeden askere gitti. Askerlik dönüşü Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne kaydoldu (1964). Buradaki öğrenciliği sırasında Millî Kütüphane'de süreli yayınlar şube müdür yardımcılığı ve Millî Eğitim Bakanlığı basın büro memurluğu gibi görevlerde bulundu. Mezuniyetinden sonra Maraş Lisesi'ne edebiyat öğretmeni tayin edildi (1971). İstanbul Türk Mûsikisi Devlet Konservatuvarı'nda genel sekreterlik (1974), Kahramanmaraş İl Halk Kütüphanesi'nde müdürlük (1975), Sanayi ve Ticaret Bakanlığı İnsan Gücü Eğitim Dairesi başkan yardımcılığı görevlerinin ardından memuriyetten ayrıldı. Devlet Planlama Teşkilâtı'nda sözleşmeli personel olarak çalıştı. 30 Kasım 1987 seçimlerinde Anavatan Partisi'nden Kahramanmaraş milletvekili seçildi. Millî Eğitim ve Çevre komisyonlarında görev aldı. 1991'de siyaseti bırakıp İstanbul'a yerleşti. 1995'te altı ay süreyle Yeni Parti İstanbul il başkanlığı, bir ara Demokrat Parti meclisinde üyelik yaptı. 5 Temmuz 2008'de İstanbul'da öldü ve Eyüp Kabristanı'nda gömüldü.

3- Rasim Özdenören

1940'ta Maraş'ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini Maraş, Malatya, Tunceli gibi Güney ve Doğu şehirlerinde tamamladı. İ.Ü. Hukuk Fakültesini ve İ.Ü. Gazetecilik Enstitüsü'nü bitirdi. Devlet Planlama Teşkilatı'nda uzman olarak çalıştı. Bir ara araştırma amacıyla ABD'nin çeşitli eyaletlerinde, 1970-1971'de iki yıl kadar kaldı. 1975 yılında Kültür Bakanlığı Bakanlık Müşavirliği görevine geldi. Aynı bakanlıkta bir yıl da müfettişlik yaptı. 1978'de istifa ederek ayrıldığı devlet memurluğuna bir süre sonra tekrar döndü. Çok Sesli Bir Ölüm ve Çözülme adlı hikayeleri ayrıca TV filmi yapılmış, bunlardan ilki, Uluslararası Prag TV Filmleri Yarışmasında jüri özel ödülünü almıştır.

4- Nuri Pakdil

Nuri Pakdil, 1934 yılında Kahramanmaraş'ta dünyaya geldi. Lise eğitiminin ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. İlk çalışmalarını, şiir ve deneme türlerinde memleketinde "Demokrasiye Hizmet" gazetesinde yayımladı. Lisedeyken "Hamle" adında bir dergi çıkardı. İstanbul'da bir haftalık dergide sanat sayfaları düzenledi.

1969 yılında "Edebiyat" dergisini ve 1972'de Edebiyat Dergisi Yayınları'nı kurdu. Edebiyat Dergisi Yayınları'nın ilk kitabı Batı Notları'dır. Edebiyat dergisi, kimi aralıklarla uzun yıllar sürdürdüğü yayınına, Aralık 1984'te ara verdi. Edebiyat Dergisi Yayınları, 1972-1984 yılları arasında 18'i Nuri Pakdil imzasını taşıyan, 45 kitap yayımladı.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'ne layık görüldü. Kasım 2014'te Necip Fazıl Saygı Ödülü'nün ilkini aldı. Hiç evlilik yapmayan Nuri Pakdil, iyi deredece Fransızca biliyor.

5- Mehmet Akif İnan

Mehmet Akif İnan, Türk şair, yazar, araştırmacı, öğretmen. 1952 yılında İlkokulu bitirdi. 1958'de Urfa Lisesi'nden Maraş Lisesi'ne sürgün gönderildi. Aynı yıl bir grup arkadaşıyla Derya Gazetesi'ni çıkardı. Bir yıl sonra Maraş Lisesi'nden mezun oldu ve ilk konferansını Urfalı Şairler üzerine verdi. 6 Ocak 2000 tarihinde hayatını kaybetti.

6- Alaeddin Özdenören

1940 yılında Maraş'ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini Maraş, Tunceli, Malatya ve İstanbul'da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun oldu. Çeşitli okullarda öğretmenlik görevinde bulundu. 1991 yılında Kültür Bakanlığı'ndan müşavir olarak emekli oldu. 2003 yılında vefat etmiştir.

7- Ali Kutlay

1940 yılında dünyaya geldi. 2008 yılında hakkın rahmetine kavuştu. Şehri gezdiğimizde dizide rol aldığımızı öğrenince Kahramanmaraşlılar çok yardımcı oluyor. Şehir sahip çıkmış bu güzel adamlara. Kutlay, hiç çekinmeden lafını dobra dobra söyleyen bir insan. Yaşadıkları olaylara şair oldukları için farklı bir açıdan bakıyorlar; ölüm, ayrılık, aşk gibi kavramlar üstüne derinlikli bir bakışları var. Öykü yazmaya 16 yaşında başladı 18'inde bıraktı. O yaşta yazdığı öyküler bile kaliteliydi. Hukuk okudu.

YEDİ GÜZEL ADAM ŞİİRİ

Bu insanlar dev midir

Yatak görmemiş gövde midir

Bir yara açar boyunlarında

Kolkola durup bağırdıklarında

-Ya kurbanın olam

Dağlar önüme durmuş

Ki dağlanam

Çekip pırıl pırıl mavzerler çıkardılar oyluk etlerinden

Durdular ite çakala karşı yarin kapısında

1.

Yedi adam biri bir gün

bir kan gördü

gereğini belledi

yari alsa koynuna

Ayırmaz kanı yanından

Beyaz haberlerim var kardeşlerim

-Bir güzel ince gelin

Kabartır göğsünü toz duman içinde

gelinliği durur çıkartıp bıraktığı yerde

İçerlerden bir taşlı tarladan

Kaynayan nehrin gözünde

unutmuş gelin alınlığını

Avuçları sıcacık yumulu beline dayalı

Kalın bilekli badem topuklu

Seyirtir o ince gelin

grevli'ler şifalar götürmek için

Beyaz haberlerim var kardeşlerim

-Gölgesiz meydanlara

aklı yağmalayanlara arasından

yayılırsa karanlık fısıltılar

Ya da güzel dışlı yapa çiçekleri

Muhtemel bir genç kızın

Başına atılırsa

Yedi adamdan biri

Bir gün bir kan göreni

Kabukları soyulmuş

Taze devrilmiş bir ağaç gibi

Çeker çıkarır kendi kadınlardan

Fırlar yataklarından tatlı uykudan

Çıplak çıkarır kendi kadınlarından

Fırlar yataklarından tatlı uykudan

Çıplak yalın ve güzel adaleli

O er alarak

Seğirtir danseder gibi

-Önce sağlam olmalı arkam

O ince gelin

Belirir hemen ardında erin

1000 yıl durmadan en atmış bir çınar gibi

Gidiyor dansöz gibi

Yere ve göğe açık avucunda o kan

O işlem onda güvercin ve sevap

Onlarda en ağrımalı yara

Ve yollanıyor o güvercin onlara

Güvercin değişiyor gittikçe ondan

Güvercin değişiyor vardıkça onlara

+ ve aman ne uzun sürüyor bir düşman öldürmek+

Yedi adam artık bir kan göreni

Varıyor dengede

Kuğu gibi sarkıyor onlara

akıyor onlara

şiirler söylüyor ve mısralarında

işlek çelik kümeleri

ve kalkıyor her bir ulaşmasında

iki yanında sülüs ve yay gibi

bir vuruşta öldüren elleri

-Karanfil serpercesine

Bir kez daha vurdum ya Allah diye açtığım yaralara

-Güzelin düşmanı güzel olur

Güzelin yari güzel olur

O varıyor tüm meydanlara

Kanı okşayarak ve kabartarak

Kanı okşa ve kabart

Ve sonra sabah kahvaltısında

İçinden geçirmekle varsın sofrana

Çocuklarımızın ellerinde büyüyen gagalı şeylerin

Tanrının buyruğu ile ortaya çıkarttığı

Gürbüz bir yumurta

II.

Yedi adam biri bir gün

bir aşk bir gün

gereğini belledi

ölüm girse koynuna

Ayırmaz aşkı yanından

Beyaz haberlerim oluşuyor kardeşlerim

Daha ne kadar saklanabilirdik seninle:

Yaylalardan nasıl geçtik

Çobanlara yetişemedik ama uzaktan

zahmetsiz ve hiç kimseye değil gibi konuşan ağızlardan

Ne bilge sözler dinledik

Sığındığımız

Ve içinde saçlarımız göle girmiş ıslanan

O dev O kabul eden O sizin veren mağaralar

Yine açık yine buyur'lu

Çekildi üstümüzden. -Çalıların

Bilen duruşlarıyla karşılaşırdık koşuşurken gizlilere

Güneşi tez gördük dağlarda

Ormanın ay çiçeği gibi uyanan hayvanlarıyla

İlk iş gövdemizin acıktığını anlamak oldu

Gittik kokladık ekmeğimizi tarlalarda

O gün gezdim seni ellerimle

Söyledin: Geniş vuruyor yüreğin

Ülkeyi tez giden ayaklarımla varıyorum

Kanım temizliği seven bir kolla atılıyor durmadan

Yıkanmış güneşte yeni kurumuş çarşaflar gibi

Serin ve ürpertici gövden

Yaklaşmaktasın ve / çok yakınıma taşıdığın / güller

Sana canı gönülden âşık oldum meleğim

Kollarına gümüş bilezikler düşündüm

Dostlar buldukça onlara

Kalın kaşlarını övdüm

Güzeldin

Gövden gerilmiş devinmekteydi

Bir tabloda gibi her bakmaya değişen

Karanlık anlamlardan arınan yüzünle

Hakkı verilmiş

Zehirleri alınmış kazanlarda

Demirle birlikte çeliğe koşmaktaydın

Ve döllenmekteydin mengenelerle kucaklanarak

İşçi eğilir bükülür ve doğrulur

Köylü bükülür doğrulur eğilirken

İnsan iyi maden kuyumcuda

Güzeldin / Gövden

Yeni bir iklim gibi yayılmaktaydı karalara

Ağaçlar, kırdaki hayvanlar kasabadaki insanlarca

İşte davetliydin

Acıktık bıçaklarına kanımızı gütmekteymişin gibi

Gelip acı sözlerin için

Bir çekmece koydun yaralarımıza

Ve ellerin uçuşan yapraklar gibi

Birden

Nasıl yalnız olduğumuzu anladım

Kimseler yoktu ikimizden başka birbirine bakan

Susuyor sessizce

Aşkla ilerliyorum

Milletim bileniyorum

Devirmeye

Devirmeye safrası beynimi üleşen

Elleri karımın üstünde birleşenleri

Bundan böyle yekinmeye hevesli yüreğim

/sanatsever halkımıza duyurulur/

Aklım eski izlerde şimdi

İz demek

Bir geniş

Bir kendine dönük bir en ileriye

Yol demek

Usulca kalkıp gedene: Dur

Ki çevrileceksin

Toydun cesurdun

Gençtin atıldın

Bilmezdin atıldın

Kabuğu oydun oydun

Kabukta kaldın

Sis iner örter mermeri

ağacı binayı

Sis kalkar kalkmaz

Görünür mermer

Ağaç ve dev

Bu kadınlar dev midir

Yatak özlemez gövde midir

Gül açar boyunlarında

Kolkola durup bağırdıklarında

Bomba düşmüş gibi deprenir toprak

Konuştuklarında

-Yar kurbanın olan

dola yaşmağını bileğime

Ki düşmanı güzel vuram

Çekip mavzerler çıkardılar oyluk etlerinden

Durdular ite çakala karşı yarin kapısında

III

Yedi adam biri bir gün

bir yar gördü

gereğini belledi

yari asla koynuna

Ayırmaz yari yanından

Alev gerekli kentliye

Bu ısıtma devleri kente

bir an önce inmeli oğlum

/bütün gün badem çırptım

üzümün tehini armudun çürüğünü ayıkladım

uykuya geç vardım

yatağın içine elimi daha yeni koydum

rahatıma doymadım ama.../

ÜMMETİ GÖZETMEN GEREKLİ

Ben seni beyaz haber ustası

Olasın DİYE boğmadım -DOĞURDUM

Beyaz haberlerim için hazır olun kardeşlerim

Anam su döküyor ellerime

Bedenim hızla kaçıyor

Gözlerime toprak atan uykudan

Suyu çarptıkça yüzüme ve gözlerim yalnız

Yanıyorlar

Yemi torbanın dibine gelince beygir

İri saman saplarının arasından

İri etli dudaklarına

Küçük zor bulunan arpaları topluyor

Bir parça daha yükselen

Bir parça küçülen

Bir parça daha uzak duran yıldız

Beygir ve yanında duran semeri

Evin gerisinde yığınla odun- badem dalları

Ve kuru alıç kökleri

Ve ben o zaman bilmezdim halka

Ateş gerektiği

Çalışır gün boyu koru ağaçları devirir

Badem çırpar budardım yaban çalıları

Gün tepeme değsin öğleye durayım

Gün tepene değsin öğleye durasın

Kökleri hem derinleri hem sığları sarmış

Durmaksızın nimet devşiren

Ceviz ağacının altında.-

Öğleye durmayı

Hiç düşündüm mü ağaç neden havyan değil:

Çünkü kan'dır hayvan

Damardır ağaç

O ceviz ağacının altında

Dallarına ve köklerine

Bir öz su damarı gibi bağlanarak

Onlar ve ağaçlar

Toprak ve kalbinden doyurduğu hayvanlar

İşitmişler bakın onlarla

Onlar ve yapraklar

Geniş bir ağızla üfürülüyormuş gibi kımıldamaya başladılar

Onlar ve tüfeğimi doğrulttuğum kuşlar

Şimdi öldürme vaktim değil

Başına omuzlarıma konun

Dudaklarımdan ve kalbimden dinleyin

/işte bakın ekmek böyle tutulur/

öğleye durarak bağlıyorum bu tepeleri

O tepelere

Eğlenme doğada - kentte bu gece ışıklar yanmadı

Damlardan

Çorba dumanı yükselmemekte

Yufka ekmeği

Toprak ve ağaç kokulu ellerimle

/ işte bakın ekmek böyle tutulur/

Şu en artist

Ve lokmayı taşıyan parmakların ucunda

Pıt pıt bir damar gibi atan

Yemin ve billah

Sıcak bulgur aşının kalbidir

Dedim çünkü kalk

Yoksa sütüm helal olamaz

Düşündüm sol kolları kesik insanların

Ne denli mahir olduklarını sağ kollarında

Beyaz haberlerim için toplanan kardeşlerim

-Adım Mustafa ve Niyazi ve Abdurrahman

Kafkas yaylalarında çadırlarımın

Sürülerimin ocak taşlarımın

İzleri vardır/doğup yürümeye başlayınca

Çıplak basmıştım toprağa/

Yine de ana'vâzın duymasam hiç uyanmam

Bedenim öylesine yorgun babam öylesine ölü

Ölü gibi kımıldamıyor dedem

Sini belli kendi belli değil

Ne bir hak torunlarında ne yaşayan bir arzusu

Ellerim yumruk dizlerimin arasında (tam üç yüz yılı)

Etim etimin sızını alsın diye

Kalk çünkü sabah yıldızı

Bir mızrak boyu yükseldi

+ iri ve zeki

uçları nemli bir göz gibi+

IV

Yedi adam biri bir gün

bir bela gördü

gereğini belledi

Yalvarsa evleri harap kadınlar

ve ağlayan birkaç çocuk

Kamalar salınsa karnına

ayrılmaz belalı yanından

Haberlerime kulak asmayıp-Duymadık

Demeyesiniz kardeşlerim

Ülkem bugün

Yariyle buluşmuş gizlilerde

Tepeden tırnağa yeni yıkanmış

Ve örtüler içinde

Göz kapakları kale kapıları

Gibi örtülü

Yassı gözlü kabarık alınlı

Kalbine ve beline zengin

Düzgün bedenli bol saçlı erkekler gibi

Ülkem

Tepeden eteğe yıkanmak için

Aşıdan sonra paklanan

Ovalara yayılmış kadınlar

Evi uçsuz bir yol gibi bekleyen

Yavruya yerinde bekleten

O kadınlar gibi ülkem

-Yürürüm bayırlarda

Gücüm ne merkezde tartmak için

Kulak verir

Dinlerim ağacı

Geçerken beton döşeli apartman kaykılı toprakta

Sesim nasıl etkili yoklamak için

Durdurur sorarım kentliyi

Ne haber böyle:

Nereye:

Bela üreten elim

Nasıl davranır belalar içinde

Sınamak için

Uzanır okşarım saçlarını ey yarim

Bakarım hoyrat ve âşık ellerime

Bir gün sapsarı kesildim

Öyle bir tabiat vardı ki gövdemde

İnsanları görmezdim bile yanımdan

Bir hava bulutu gibi geçerlerdi

İçimden

Gidip dağlara

Kafa tutmak gelirdi

Bir gün ben

İri ve kaslı gövdem

Sapsarı kesildim

Hali harap bir dev çıktı önüme

Gözlerini öyle açtı ki yüzüme ve ağlamış

Sonra söyleştik

Bu bir nöbet devriydi kardeşlerim

Bizimle aşkta olanların

Eline su döksünler

Çadırlarının önüne o küçücük

Kilimleri sersinler

V

Yedi güzel adam

Biri bir gün bir dağ gördü

Gereğini belledi.

Ki o dağ

Ağaçsız ve yalnız

Gökte alıp veriyordu.

Rüzgârla ürperir gibi olurdu

Beygirin derisi nasıl ürperirse boydan boya

Dokununca.

Yılanla akreple kertenkele

Tavşan keklik kurtla

Onlarla

Hayvanlarla kımıldanırdı

Dağ bu

Serpilmiş atılmış yer kapmış

Başa kurulmuş. Böbürlenmeden iri kendiliğinden koca

Dağ bu

Devir, söz gelsin, kervan devri

Eteğinde ipek yolu zencefil yolu

Kara ve beyaz yolu zenci. Develer

İçerek karınlarından tüylerinden geçirerek

Dağı yiyerek, söz gelsin, beslenirlerdi

Dağ bu

Devir kuş devri

Geçerdi kartal

İşte o kartal

Renksiz ısı vermeden

Ürkmeden ürkütmeden

Kendinden geçerek süzülür

Dikine batar dikine çıkar

Coştumu

Vurur kendini dağa - ölürdü parçalanarak

Dağ bu

Devir aslan devri

Yer yer toplaşarak

Erkekli dişili

Sık sık oynaşarak

Devir insan devri

Geçti geçti

İnsan geçti

Et geçti kan geçti

Göz geçti

Gelenler

Yeni gelen yeniden sonradan gelen

Geçti geçti

Dağ bu

Yılanla kımıldanırdı

Yılanla kımıldanırdı

Yedi güzel adamdan biri

Bir gün bir dağ göreni

Durdu sevmeden bilmeden devinirken

Durdu durdu seyreyledi

Sordu:

dağ nicesin

günde mi gecede misin

geçmişte şimdide

yoksa gelecek bir düşte misin

Dağ serpildi

Atıldı yeniden yer tuttu

İlk kez yılanla kıpırdanmadı

Gözü görür görmez

Dağa göçtü güzel adam

Eteğinden yukarıya üç gün

Yürüdü. Bir yılda dolandı

Çevresini. Eğlenerek kayalarda geceleri

Yürüdü günde ve bir kuş gibi

Görerek de

Durmadan dolandı dağın çevrisini

Artık dağ yılanla kımıldamadı

Kımıldardı onunla

Hırçındı adam hep hırsla

Yaralıymışça inlerdi

Yüzü durgun gözler duru berrak

Hırslanırdı ayağıyla- avuçlarından ter akar

Omuzlarını burardı.

Ola ki anlatsa dağ

Der hırcındı adam ince bilekli

Azgın topuklu

İnce uzun parmaklı karınsız

Karşı koyan omuzlu

Yerken güzel yer doymadan kalkar

Oturarak ve hayvanlarda bile

Gizlenerek işerdi

Adam hırçındı-saçları uysal akardı

Rüzgârla kardı

Esinti olmadan zaten akmaktaydı

Uzun boylu değildi

Ama kendinden uzunu yoktu - yalnızdı

Geçince önünden

Mağaralardan kuş tavşan kurt yavrusu

Dağa vururlardı

Serçe tohum düşürürdü ağzından

Tavşan yeşerince onu

Yerdi kökünden

Ot üremedi

Ağaç üremedi

Dağ ağaçsız ve yalnızca

Gökte alıp veriyordu

Adam küçük bir kaya düzlüğünde

Toprakta mağra içinde mağra kapısında

Kaynak başında kuru yamaçta

Dururdu

Eğilip alnını

Yaydıkça yere iki elinin arasına

Göksü çatırdayarak eğilir

Parçalanarak doğruldukça

Dağ cezbelenir

En yüksek zirvesini kayalı alnını

Yamaçlar yamaçlara yayılan yüzünü

Adam eğilip koydukça yüzünü toprağa

Eğilip koyacak yer arardı

Dağ cezbelenince

Doğrulup eğildikçe

Ovaya bir anda

Kentler serilir

Yollar fabrika çevrekleri bentler

Yedi adamdan biri

Bir gün bir dağ göreni

Yeni bir soluk çekti içine

Değişti aynı kalarak

İndi kente

Dağıyla

Esen başı

Serin başı geniş kollarıyla

Gözleri yüzünü kaplayacak gibi büyüyerek

Ve şakaklarında

Avuçlarımın arasında güçlükle tuttuğu

Bir şey duruyordu

Yedi adamdan bir dağ göreni

Buyruğu dağa yiyeni

Dağdan buyrukla kente ineni

Suları yürüyerek geçeni

Çekip mavzerini çıkardı oyluk etinden

Durdu yarin kapısında

(BEN

DİRİMLE

DOĞRULURKEN)

Sis boruları ötmeye başladı yavrular

şimdi oradalar-Aşk delice kımıldamalı yatağından

Sen bir yıldız kaymasıyla yatağından

Üstüne alevleri alarak

Kemikli bir aşk gencinin kollarından tutarak

Sen kanın damarlara tutamadığı anlardan

Beni karnınla

Bir göz boğuşmasına daha kandırarak

Bul içe kapanık hayvanlarımı yalvarmalarınla

Üzülmüş

Belki dünyayla horlanmışım

Ansızın çok oradan görün orada

Bu siyah basmış kara akar deme-

Başka olmalı gövdemi denetleyişin

aşka hazır olan

...LARDAN. O KADIN'lardan

Halk aşksızca sokaklar

banka dükkânlarıyla doludur

Ellerimi kalp olmayan sularla

ıslamaya alışır o kızlar

-işte artık kaçmak işte durmadan karşımızdayken bile

-ılık ev girintileri

gizlesin daha köprüler

karanlık bedenleri

Her şey onlara göre - yamandırlar

Ansızın melek bekliyorum eski türk ezgileriyle

Senin asya'dan hiç yontmadan zarif bir cep saati yapışın

Asya Asya ve Asya diye yalvarışın

Sana ansızın alınyazımı ve kendimi ekliyorum

Aşka hazır aşka aç ve davetli

Ansızın melek bekliyorum

Asyayla ayağa kalkan

Melekler ellerinde gelenekle

İçinden hızla süt akımı geçiren mızraklar

Boydanboya girdirmektedirler gövdelerin içine

Nar doğuran - dikkatle nar doğuran

Hayvanı ve insanı aynı teklifle doyuran

Nazlı baharlarla

Hiç ağlanmadı

'Biz çetin adamız ha' ayrıca söylenmez

Anlaşılır

Ne yavuz kışlar

Kurt sıyrığı ayazlarla

Ne evren debdebesi bahar

Gerdan kırıp mendil düşüren kızlarla

Ayrıca söylenmez

'Biz çetin adamız ha'

Doymuştur aşk bu gece en son buluşlarına kadar

Sen meleksi kadın bu gece kendini vermekle

İkiye yarıldın

Sen meleksi kadın bu gece

1000 yıl adına bilinmekle

Sen melek uyarmalarıyla

Uyarılan erkek

Bu gece bir şehvet azarladın

Hayvan kovdun

Yatağını yüceltenlerden oldun

Şimdi ev gebedir

Dağ kuşlukla uyanır -varsın uyansın-

Önce hafif bir uyku sisi

Tanrı evvelsiz sonrasız bir iklim gibi ordadır

Daim

Melek kanatlarından hava görünmez

Uzaklar yine de görünür

Ay dostlukla anılan bir komşu evidir

Kıl çadırlarla devinen o kavim göçü

İşte o kavim göçü

Dağlar ilk bez bizi

Çıplak ete kavuşan aşk sandı

Kadife döşer gibi toprağa işte öyle yürüyen

Ilık bir hava bürüyen

Gözleri o -rengârenk gözleri çocuk gözleri develerin

Çözülür ayakları

Kavim bu

Boynuna kan yürümüş

(Gözüne bir şey görünmüş)

-Nedir o görünen/ susalım/

Hayat her zerresi uyarılmış gibidir

-Çok acele

Kalp bir bohçanın içinde atmaktadır

Omurgasından mızrak yürüyor kavmin boynuna

Devler en som bir duruşla - Raptedilmiş

Çocuklar ağızlarından Ey Nazlı Ölüm

Ey Nazlı Bahar Marşlarıyla

Bütün bunlar nedir - sorulsa

Sorusuna

Ne can cevap kalmıştır

Kavim donmuş deve mıhlanmış

Kadın ateşle ateş doğumdan önce

Sığırlar kendi kendileriyle

Göz göze kalmıştır

Kavim seferidir evinden ayrılmıştır ama

Kendine varılan iklim ve toprak

/VAKİTTİR/ namaza durmuştur

Bin bireydir kavim

Bir tür kararla eğilip doğulmakta

Her candan bir cana

Bir candan bir cana

Sonsuza değin

Bir tavır bolluğudur kavim ama

Nihayet vaktidir VAKİT

Bu duruş en zarifi duruşların

Gidip endamlı dağlara

Beğendirmek için yeni gelinleri

O iklim kullandı hep

İnsanın en bilgelerini

Onlarla karşılanmak için baharda

İklim aranır her şeyden önce her olayda

Şerbet taslarında

Bir toprak okunmuş şeker dedenin avucunda

Genç bir kız kadar ağırdır

Bileceksin ey çocuk

Tatmıştın onu geçen baharda da

Kavim uyanan toprağı

Karşılarken - uyanıktır

Kavim Toprağı

Devirirken - uyanıktır

Kavimden biri varırken toprağa

-Uyanıktır O ve Kavim

Vardıktan sonra toprağa

Gaflet uyandırılmaz - kavim uyanıktır

O anne gibi verimlidir besmele çocuk için

O erkek

Karpuz dilimi gibi ortadır

O en yaşlı gelin

Ocaktaki çorbayla birlikte tütmektedir

O kavim için

'Kışları göç içinizedir' buyuruluyor

Büyük çadır en sevgili düşmana emanettir

Çorba dağıtılsın nefes ve el dağıtılsın

Yer ötesi ve yer eşit alınsın

Kadın ve erkek eşit durmaktadır-kadın arkadadır

İnsan hayada ve tanrıdadır

Ki kış ortasında kardan-bir duayla sıyrılıp

O derviş ağaç kupkuru dallarında

O meyvayı büyütüyor

O tiyek

Bir salkım -müthiş- üzüm

Uykuya tez doyanlar için

Saçlar uçuşur havalara sevinçle

şarkı şarkı içine

Cenkle bir üstün haberleşme ile

İnsandan insana hep akıl ve sezgilerle

O coşkun mutlu savaş dülgerleri

Kalbi çoğaltan bayramlar açtılar

Şimdi de açtılar

İşaret verin ve açtılar bütün köprüleri

Deniz yüce bir soluk denizidir-rotalar denizin kendisindedir

Kaptan sancakta bir tek an yaşamak yoluna

Bütün bir ömür ağartmıştır

Işıklar çoğalıyor içimizden birine

Kime bu davet

Limanı dolduranlar yanan insan meşaleleri

Yüzbinler taş kulelere yaslanmış söylüyorlar

-Rüzgâr nereden eserse essin güzeldir

Alevler bir ayrı alemdir

Dirlik sevinçtir - göç içimizedir.

Aşktan sonra sarhoşluk günümüz ülkemizde

Sevine sevine

Sağlımın elleri uzansaydı dağların eteklerine yer'in şarkılarına

Aşkın mağara kovulduklarındaki şarkılarına

İlkel bir duyguyla bağırır kalırdım

Yöremde mor lekeler gibi duran

Bir basamaklı melekler ve gelenler olur birden

Bütün meleklerden bir melek

-Bak diyor bakıyorum

ve bak diyor

Ellerimi bıçakla yontacağım deniyor

İlkel bir sevinç ve kan

şiir en safından

sonra soyut heykeller

Hiç düşmanım yok-üzgün söyleniyor

-Olmayacak mı hiç

Eziyor gururum onları

-Görün ey güzel düşman ey güzel düşman

Saraylarda geçti ömrüm seninle

Yüzüm aydınlık bakar elemlere

Yangın yerlerine

Coşkuyla selamladım bütün bayrakları

Düşman kadınlarını

Tanrım bu dağları da sen yarattın

Bana kattın

Bir bir okşadım

Sema yapan kırları

Âlemlere kalbimizi yeniliyoruz ve tutuşmuş geliyoruz

Yeryüzü batarsa batsın dayanamayıp o kavmin çadırlarına

Develer de tutuştu

Onlarla ayarlandık bir devinim bir devinim arkasında bütün devinimler

Kum kendi raksında beden aynı raksta

Karın bacaklara ulaşır öper onları ve uzaklaşır

Aynı yönde ve aralarında bir dünya vardır

Göğüs ahenkle havanın direncini kırmaktadır

Kalp ve balçıklı toprağı

Ağacın ve kayanın dizilimini

O tek kuyun yalnızca süzülüşünü

Ani bir haber gibi salt bir kez ötüşünü

Dinliyor kumu balçıklı toprağı

Ağacı kayayı ve kuşu

Uyku beladır göç içinizedir

Sabır ve zaman içinizdedir

Kadın ve çocuk içiçedir

Güneş vurmuyor -öyle söyleyin- üzerine döşeklerimizin

-Sokuluyoruz besmele ile kadının toprağına

(işte böyle söyleyin)

Öyle ki o kadınlar

Bağlasınlar doğanları tanrı bağlarına

Melekler kırmızı yanar

Kalbe tutuşan her şey kırmızıdır

Hele kalp hazırsa

"kentten" bir er kalkar - Onun eri

Kollar semayı deryayı korkularından

Yoksa aşk hemen kaçmak mıdır dağımıza

Söyleyelim ya hay ya huu

-Yolları aydınlık kıl yaradan

Kanla bir sabah

Akşam kanla

'...ateş... ve öldüm...' deniyor

-Oysa sorular verilmişti ona

Sorular yığılmış

aynı kaynaktan olana

Işık ve karanlık hakkında

Bu nasıl uzun uyanılmaz gibi

-Ateş ve öldün uykuyla

-Kurşunla yoklanması bir sorudur geri kalanlara

Taze doğanlara

Şehzadelerden de sorular kalmıştı ona

'Biz artık gitmeliyiz dağımıza anneciğim

Yorgun geldim savaşmadım ama

Bir ceset gibi ayaklarının dibindeyim'

'Biz artık

Gitmeliyiz dağımıza'

-Hayır olmaz

Durmalıyız burada şahinim

'Kezzap içsem

Daha kuvvetle can çekişirdim'

(dertten çıktık) söylendi (güzel bir kurtuluşa yöneldik) dendi

Heykel bekleyen kımıldamış

Abesle elele ahbap gibi

Avazı çıkanca bağırmıştır

-Durmadan deniyor ki vatanım neredir

Heykel ne diyor

Konuşmaz heykel

Felçtir

Karşılıklı

-Kaslarımız karşılıklı kasılsın

Olsun

-(Kalbimiz tüm insanın namına) iddiasında

-Dertten çıkmışsın ötekine kavuşmuşsun da

Diyor ki diyor ki

Geçmiş nedir kavim kimdir dert nerdedir

Kırbaçla ayağa kalkarlardı

'biz artık... anneciğim... dağımıza...'

ruhum geçer bedenine yüz bin kara nokta yemiştir soyrad

... ve nasıl olan oldu - o ve yeni uygar dostları

Bir noktalar anlaşmasıdır fabrika baca ve duman

Anne onları kapıya kadar uğurla gel

Delinen böğrüme bir set ger

'yapmayın yapmayın' çığlıkları

Güneş doğsun mu doğmasın mı kararsızım

Başlarını bana çevirmiş büyük baş hayvanlar

londra moskova vaşington berlin pekin

hava cereyanları sarsılan ikindiler

korkularımız intihar dönemlerinde

kötü bir alışkanlık peyda olmuştur

bağ budama hasat zekât

evlenme hoş görme

Buğday ve ekmeğe saygı göreneğine doğru

-İnce bir düşman yönelmiştir

-Hayır içimizden yönelmiştir

-Oh oh dıştan yönelmiştir

-Dıştan ve içten mi yönelmiştir

-Ne yönelmiş ne yönelememiştir

-Yönelememiş önele Miş

'Ey örtülerle donatılmış Mustafa'

-Oğlum sen artık

şarapnel gibi yağmalısın

düşmanı güzelce vurmalısın

'... biz artık dağımıza... anneciğim...'

(Komşudan o ölü de kalktı

Boşluğuna bir kırbaç uzatıldı)

(Çoktandır şu maraş kalesi hatıraları elinden alınmış bir

taş yığınıdır. -onların yerine bilardo masaları konmuştur -şalvarlı şövalye ve kovboylar bilardo oynamaktadırlar)

-Uykum geliyor kaderim yorula geliyor buz gibi eller

Bu yaz hayatı beğenemedin aklımda kandan gökdelenler

Ey aşk /... ve ey aşk mı dedin.../

Onlar küçücük küçücük gördü sana seslenenleri

Gücendirilmiş gibi kayboldun

Yerine piç döller yolladın

Komşudan o ölü de kalktı

Köyde devinimdir kırışık alın derileri kımıldar

Kaş ve kalp zorla - kıvranarak

Erkeklik ve kadınlık

Ölümün önünde değersiz ama siperdedirler

Bir değişime gibidir azrail-

Mezarla uğraşmaz toprağı insan kazar

O yere o ölü

insan kalabalığında ansız bir boşluk açılmıştır

alın kımıldasın

kalp kıvransın

Gölden ansız bir tabutluk su alınmış gibi

Bütün köy kımıldayacaktır/göl gibi

Azrail devinimle çevirir bir köyü

Bir insan kası - kadını kavrayan elleri

mezar kazar toprak karşı komaz aralanır

İnsan mezar kazar arada bar bar bağırarak

-Ey süleyman oğlu nalbant izzet - nice rençperlik ettin

Güneşin alnında bakır gibi göverdin

Toprak kaz arada bir ölü görünürlerde mi bak

-ahmet mehmet hasan hüseyin paytak mahmut babası

hacı izzet süleyman oğlu hey

nice öldün

neyledin

nasıl becerdin

Köyden o ölü kalkar

Süslenmiş kurdelalar takılmış bir koç

Kapıda tabut tahtaları arasında beklemektedir

Bayram değil seyrandır

Aşk aceleyle oraya buraya göz gezdirir

Sevgi sabırla ahır kapılarından süzülmektedir

Köyden o ölü de kalktı

-Sen de kalk sesini hayvan sesleriyle yuvarla

Köy bir ahenk kuşu sesi çıkararak

Kasabaya bir ölü haberi uçursun

Minarelerden ölgün bir kol gibi sarksın ölü selâsı

/.Ölü ilk kez müezzin-minare uyarmalarıyla dirilmektedir

Köyden kasabayı dürtmektedir./

Bedir efendi durur selâyı dinler -Kim'ola-

-(Ben yüz yıl oldu babasızım) boğuk

(Çukurovada eski kale burçlarıyla itişirdi akranlarım)

(Sağ elim sualtı zengin bir köydü damağımıza kadar pancar)

(O ufak çocuklardık - Bakışları)

(Olmaza karşı koyuşları)

(Şimdi köy acı'dan eğilmiştir)

Ben ölümle eğiliyorum)

(Barsakları düğümlendi koyunlarımın)

Bedir efendi durdu selâyı dinledi -Kim'ola-

Evlerden yarış atları gibi çocuklar fırlar

Daha ilk nağmesinden alırlar ölüyü

Burunlarıyla kim ölmüş sorusunu soluyarak

Yokuşlara bir nefeste bayılırlar

-Öyle bir çocuk tanıdım

Karşılaşınca başka çocuklarla hızlandı

Minarenin kapısında bir çocuk halkası

Müezzinle inecektir ölü

Ölü çağırır çocukları alıştırır camiye

Ve ölüyü eve ulaştıran çocuk

Kutlu çocuktur

Taşıdığı haberle masum onunla dopdolu ve büyük

Ölü adı taşıyan çocuklar dönüşlerinde

Şehri ağırlaştırırlar - Minare yükünü atmış

Yeniden serpilmeye başlamıştır

Süleyman oğlu hacı izzet evlere

bir sepet incir gibi dağıldı

evlere süleyman oğlu hacı izzet

Müezzin kıs kıs gülmektedir

kasabada evler -bir hacı izzettin varlığını bilmemekten-

keder içindedir

nine: kim'ola hacı izzet

birazdan halk top gibi patlar

-kasabalı değil hacı izzet bülbüllüdenmiş

-oh oh bülbüllüdenmiş

bütün evlere şimdi büyük

büyük bir memnunluk çağlamaktadır

Cahit Zarifoğlu

Kaynak: Haberler.com / Gündem
title
Close