Haberler

Gökhan Özoğuz... 'ÖLÜMÜNE BAŞKALDIRI!'

Haberler
Güncelleme:
Haberler
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Gökhan Özoğuz'un başrolde yer aldığı 'Kendi Yolumda' adlı film 25 Kasım'da gösterime girecek.

"Kafama Göre" bu şarkının sözleri hepimize göre, "Kendi Yolumda" bu şarkının sözleri de herkese göre...

Hayatımızdan alıntılar alıp bunları müziğe, filme, tiyatroya dökmek evet tam olarak sanat! Sanatçı; yaratıcı, görmediğimiz her neyse bize gösteren, hayatın aynası, yaşamın ta kendisi...

Bırakalım tüm bunları bir kenara! Samimiyet var mı? Doğal mı?

Kendi gibi mi? Yani söylediği yaptığını, yaptığı söylediğini tutuyor mu? Bunlar derin konular evet, biz de tam bu derinliğin içindeyiz.

Gökhan Özoğuz, nağmı değer Athena Gökhan, yeni bir filme imza attı.

Derinlik dedik ya, öyle derinliği olan, derdi olan, politik bir yanı olan, yaşamdan, bizden, bugünden bir film.

Athena Gökhan; Adana'da işçi bir ailenin oğlu olarak yaşasaydı ne olurdu? Bunları filmde seyrediyoruz.

Gülerken düşündüren, bazen hüzünlendiren akıcı bir hikaye. Film 25 Kasım'da gösterime girecek ve bence daha çok konuşulacak.

Biz ise tüm bunları filmin gösterime girmesine yakın, Özoğuz ile uzun uzun konuştuk.

Daha önce bir kaç film ve dizi projesinde yer aldınız. Sonra uzun bir ara.

Şimdi ise iddalı bir filmle ve başrol oyuncusu olarak karşımıza çıktınız. Bu serüveni sizden dinleyelim.

Filmi seyreden herkes, böyle bir film seyretmedik, çünkü farklı film, bir yandan güldükten sonra hemen iki dakika sonra gözyaşlarına boğuluyorsun, sonra tekrar gülüyorsun böyle değişik bir film oldu.

Yönetmen Ömer Faruk Sorak, senarist Ali Kobanbay ile üçümüz çok vakit geçirdik.

Böyle bir dünya yaratıyoruz, bu dünyanın içerisinde herkes gerçek olsun.

Ömer Ali'nin annesi babası da gerçek karakterler… Bir tanesi Ömer Faruk'un kayınpederi, bir tanesi de onun eşi, kadının adı İsmet, isimlerine kadar gerçek karakterler.

Filmin içerisinde, en baştan beri, hep gerçek konulardan bahsedelim istedik, hayatın içerisinde olan, bütün, her köşesi gerçekten yaşanan bir şey olsun dedik.

Yani kısacası "Kendi Yolumda" filmi yaşanmış olan olayların bir araya gelişi…

Oyunculuk bağımlılık yapar. Sizi daha çok göreceğiz bence beyazperdede. Nasıl hazırladınız rölünüze...

Ben şeyi fark ettim, oyunculuk dediğiniz şey, insanın kendi alt benliğinin ortaya çıkardığı…

Tabii bilinç altından bir şeyler çıkıyor mutlaka ortaya.

İnanılmaz yani ermiş gibi bir şey oluyorsunuz, o oyunculara aslında baktığımda ya, bu adamlar böyle miymiş?

Çünkü öyle bir şey buluyorsunuz ki kendi içinizde ve herkesin içinde başka bir kişi var.

Ve Gökhan'ın bir manav versiyonu çıkıyor mesela, kim ya bu!

Çok istiyorum, Eğitim Bakanlığı; çocuklara ufakta olsa, zorunlu ders olarak, drama dersi verdirse.

Empati yeteneği, kişinin kendini bulabilme yolu, müthiş bir şey, kendi kendine rehabilite oluyorsunuz oyunculukta.

Sonra belki bir tiyatro gelir.

Bayıla bayıla, aşığım ben tiyatroya, çocukluğumdan beri benim olayım aslında Hacivat-Karagöz'dür.

Obsesif derecede, çocukluğumdan beri, yuvada görmüştüm Hacivat-Karagöz'ü çok büyülü gelir bana o ki hayatın bir tezahürüdür zaten.

Filmin politik bir yanı da var! Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?

Filmin kendi içinde, kendi hayatımızda, şimdi mesela biz burada oturduk, çay kahve içiyoruz, ilk yapacağımız ne oluyor; kahve çok pahalandı, kahve alıyoruz 50 lira oldu, ekmek alıyoruz şu kadar oldu, su alıyoruz bu kadar oldu, ondan sonra da durum ne olacak bunlardan bahsediyoruz, filmde ondan bahsediyor.

Filmin bir derdi var. Filmin derdi, taraf olmamak, filmin derdi insanların herkesin kendi düşüncesi, kendi inancı, kendi yolu… Kendi yolu var herkesin!

Bir tane küçük bir köpeğimiz var filmde onun da kendi yolu var ve buluyor.

Köpeklere yem olacakken kurtuluyor yavru köpek, onunda yolunda; kaderinde yaşamak varmış oluyor.

Yani filmdeki herkesin bir kendi yolunu çizmesi ve içinde bulunduğu durumların içerisinde ona göre genişleyebilmesini anlatıyoruz aslında.

İşte tam da bu yüzden herkes kendisinden bir parça buluyor filmde.

Evet, illa ki kendinden bir sahne görecek çünkü hepimizin gündelik hayatta yaşadığı, ailesinden gelirken büyüdüğü ortamda yaşamış olduğu bütün badirelerin hepsi, üç aşağı beş yukarı aynı.

Film, bir aslında, işçi babanın, işçi sınıfı tarafından Ömer Ali karakteri çıkıyor ortaya, tamirci çırağı olarak, müzisyen, kendini ifade etmeye çalışıyor, olmuyor.

Ve en sonunda kendini ifade edip, bulunmuş olduğu grupta efsane haline geliyor.

Yani inandığın yolda gidersen, samimi olursan, ısrarcı olursan, sonunda başarıya ulaşıyorsun.

Film, güldürürken, ağlatıyor. Sizin olduğunuz yerde de beklenir bu herhalde; hem duygusallık, hem bir gülme hali.

Bu sizin ilk yapımcılığı üstlendiğiniz film yanılmıyorsam.

Evet, biraz öyle bir durum var galiba. Ömer'in becerileri değişik bir şekilde filme yansıdı, Ali'de çok güzel yazdı.

Çok, çok güzel bir film oldu. Ben hayatımda ilk defa bir filmle alakalı bir şeyin altına elimi koydum.

Çünkü Koronadan önceydi, üç sene önce başladı. Acayip bir maraton ve elimizden gelen her şeyi yaptık.

Dedik ki bu film bizim içine koymak istediğimiz her şeyi koyabildiğimiz, bir yapımcının bunu koyamazsınız olmaz, kabul etmiyorum dedirtmemek için her şeyi kendimizin yaptığı bir film oldu.

İşte bir bütçe bulundu, o bütçe verildi falan acayip badireler, emek var.

FERDİ ÖZBEĞEN SEVDASI...

Nedir sizin konserlerde arabesk müzik için kardeşiniz ile didişmeleriniz. Konserlerde bir arabesk söyleme durumu var.

Bir de Ferdi Özbeğen şarkıları var tabii...

Sahnede o kadar şeyiz ki, ne var bugün, canımız sıkkın mı sıkkın. Yani sahneye göre "aman abi canımız sıkkın ama sahnede böyle olmamalıyız" bizde hiç olmuyor.

Yani o gün, benim Hakan'a takılasım gelmiştir, takılmışımdır. Arabesk konusu, çok az olmakla birlikte, çok böyle acayip sevdiğim tarafları var.

Fakat popa dayandığı zaman arabesk, çok itici bir hale geliyor. Ben onu sevmiyorum.

Ama genellikle Ferdi Özbeğen, aslında bizim çok arabesk değil de daha böyle ilk dönemi gibi.

Türk müziği dediğin zaman, Türkiye'den ne dinlersin, Ferdi Özbeğen.

Bir diziyle yeniden gündem oldu. Ondan sonra büyük bir kesim tekrar Ferdi Özbeğen dinlemeye başladı.

Benim Ferdi Özbeğen obsesyonum, annem çok sever, çocukken annem plaklarını çalardı.

Hatta burada çıkarlardı marinada, piyanist şantör dönemi, ben çocukken hatırlıyorum.

O ses tonu, o ifade, damak ve o ses tonu inanılmaz.

Daha çok dinleyeceğiz o zaman sizden Ferdi Özbeğen şarkıları.

Tabii konserler keyfimize göre...

O Ses Türkiye dönemi...

O Ses Türkiye sizin için nasıl bir serüvendi?

O Ses Türkiye'den sonra Türkiye'deki müzik yapısına, yaşadığım için orada, daha derinlemesine bakabildik.

Bu filmde mesela bütün müzikleri hep, O Ses Türkiye'den sonra benimseyip, içine girebilip, yapabilmeye başladık.

Ondan önce öyle değildi. O benim için bir eğitim, beş senelik bir eğitim aldım ben O Ses Türkiye'de aslında…

Sahnede her dinlediğimizi, ben çok değişik şeyler dinliyorum, her dinlediğimizi yansıtmak değil, istediğimizi yansıtıyoruz ama mesela "Haydar Haydar" gibi bütün o değişlerin yapıları zaten hep hayatımızda vardı.

O Ses Türkiye'de o kişilerle beraber olmanın verdiği değişik bir enerjiyle çıktı o.

Oradaki provalarda çıkardık. Ondan önce öyle bir projemiz yoktu. Orada çok ciddi şarkılar çıktı.

Bence O Ses Türkiye sizin için her anlamda iyi oldu aslında. Türkiye'de size karşı bir önyargı vardıysa da kırıldı. Evet, çok doğal, çok içten, çok samimi…

Önyargı çok güzel bir şey biliyor musunuz bazen! Cephe oluşturduğu için, karşı taraf güçleniyor.

Ne yapıyorsunuz, direnç varsa kendinizi ifade etmek için daha farklı yollar deniyorsunuz ve o zaman çok başka bir canlı çıkıyor ortaya.

O Ses Türkiye'deki bütün o müzik... Müzik aşk olduğu için soldur çünkü kalpte olduğu için müzik dışarı yansırken, ondan dolayı gerçek müziklerde hep halk tarafından çıkar, bunlar çok natürel olarak gelen şeyler, tutuculukta, kapalılıkta, kalın duvarların olduğu yerde bir yaratım çıkamayacağı için hiçbir zaman sağ taraftan atmaz kalp. Dünyanın her tarafında böyle…

Ülkemizde müzisyen olmak, aslında sanatçı olmak çok zor, sizce?

Dünyanın her yerinde zor sanatçı olmak!

Neden?

Çünkü sanatçı değiniz, sanat dediğiniz zaten tamamen muhalif bir yapıdır.

Çünkü hayatla alakalı anlatımlarını söylerken, hayat bir kavgaysa, kavgasından bahseder.

Siyasi kavgalar sonunda riya ve bir çıkar olduğu için bana inandırıcı gelmiyor.

Siyaset dediğiniz şey riya doğurur. İnançla siyasette riya doğurur. Onun için sanatçılar bence siyasi oldukları zaman samimiyetlerini kaybederler. Benim düşüncem bu.

Siyasi bir şeyin içinde olduğunuz zaman, kimin değirmenine su götürdüğünüzü anlamazsınız.

Ve ortada kalırsınız bir anda. Çocukluğumuzdan beri yaşadığımız dünyada ben hep bunu gördüm.

Günün sonunda bir baktım, o kadar değişik şeylerle karşılaştım ki dedim ki bu işin gerçekliğinden bahsedeceksek herkesin, gerçekten birbirine saygı göstermesi gereken bir ortam olması gerekiyor.

Onun için, bana göre iç dünyamız ve iç haklarımızdan bahsedeceksek, toplumdan bahsedeceksek, toplumun çok doğru bir nüansı var. Toplumun bir hafızası var, bir anlatımı var.

Oraya baktığımızda orada kavga yok. Normalde halkın içinde kavga olmaz.

Yan taraftaki komşunuz hangi etnik kökenden gelirse gelsin kavga etmezsiniz normalde.

Ama arada bir çıkarınız varsa... Altını çiziyorum, Londra da beş sene yaşadım orada da vardı bu.

Kavga sonucunda bir çıkar varsa kavga olur. Biz burada büyüdük, Fenerbahçe, Kalamış, bütün komşularımız farklı etnik kökenden neredeyse, hiçbir zaman bilmezdik kimin kim olduğunu…

Halkın bir kendi karakteri var. Halkın karakteri içerisinde kavga yok.

Halkın içerisinde galebe çalma başladığı zaman biri bir taraftan kesin çıkar sağladığı için topluyordur.

Öz halkın içerisindeki mantalite, duygusal yapı çok rahat ve çok akışkandır.

Kimse kimseye galebe çalmaz. Sen bunu burada yapamazsın dediğin zaman kendine özelleştirdiğin için yapamazsın derlerdi.

Çünkü öbürünün çocuğu da gelip oynayacak o parkta, örnek veriyorum.

Ondan dolayı benim mesela bu son dönem Twitter veya ondan önceki konuşmuş olduklarımız, yapmış olduklarımız, her şey aslına bakıldığında bir hakikat noktasına varmak için deneyimlerdi.

Ben kendi dünyamdan bakıp anlatabilirim. çünkü ben Gökhan'ım, Gökhan Özoğuz olarak kendi dünyamdan bakıp dünyayı seyredip yorumlayabiliyorum.

Sizlerde kendi dünyanızda kendi doğduğunuz, büyüdüğünüz ortam ve evden bakarak, ne kadar objektif olursanız olun, kendi dünyanızda yargılayıp, filtreliyorsunuz.

İlk başta birbirimize saygılı olmamız gerekiyor. Saygıdan sonra zaten kavga bitiyor.

Çünkü diyorsunuz ki sen kendi çevrende, kendi dünyanda istediğinle alakalı her şeyi yaşayabilirsin.

Ta ki diğer bir başkası seninkine tecavüz edene kadar…

Bütün bunlar eğitimin eksikliğine dayanıyor bence.

Tabii ki de eğitim eksik. Eğitim olsa zaten bu diller konuşulmayacak.

Eğer siyasi konularla alakalı bir şey söylemem gerekirse, hep vardı kavga, benim çocukluğumda da vardı.

Hiçbir zaman bitmedi o. Onun için bana inandırıcı gelmiyor.

Onun içinde en son ben dedim bu konu arkadaşlar bambaşka bir dünya, bana aşırı sahte gelen bir dünya, birilerinin birilerine bir şeyleri yönetmek içinde belki yapmaları da gerekiyor bazı şeyleri ama bizim işimiz değil o.

Sanatla ilgilenen için çok daha uzak aslında.

Nazım Hikmet'i okuduğunuz zaman orada bakın, aslında yaşadıkları olayların bütün o duygularını anlatıyorlar.

Diyor ki hani, bu olaylar böyle oldu ama biz içindeyiz ve bu olayların artık bir düzlüğe çıkması gerekiyor, aslında öz o!

Bir düşünce yapısının kalıpları olduğu zaman hepsi bir nokta da faşizme varıyor.

Ne kadar halkçı olursanız olun, bir nokta da o kadar...

Altını çiziyorum, her düşüncedeki insan yapısı her düşüncenin kalıpları, duvarları sağlamlaşıp yükseldiği andan itibaren çürümeye başlıyor.

Bütün konu, özgürleşmek dediğimiz şey, tamamen gönülde dışarıya yansırken karşındakine saygı duymaktan başlıyor.

Biz bunu yapamıyoruz biz değil bütün dünyada böyle.

Mesela kuzey siyasi yapısını, kuzey ülkelerinin eğitim sistemlerini çok doğru buluyorum ama günün sonuna baktığımızda orada da başka sorunlar var.

Görüyorsunuz yani hiçbir şey mükemmel değil. Hepsinin içinde bir çürük nokta var.

Tabii ne oluyor içinde yaşadığınız durum, sizin bulutunuz karardığı zaman, bir noktada karanlıkta kalan siz olduğunuzda bu sefer, kendinizi açıp, bir yerden ışık bulamaya çalışıyorsunuz.

Ayrıca ciddi bir güven sorunu da var. Bu dönemde kimse kimseye sırtını dönemiyor.

Bence dünya bir dönem geçiyor, çok değişik bir dönem geçiriyoruz, kimsenin hiç bir şey bilmediği sırtını hiçbir yere yaslayamadığı bırakın, bizim ülkemizi geçiyorum, kimse kimseye sırtını yaslayamıyor ki artık. Yani dünya çok değişik bir durumda!

Ben her zaman halkın salt kendi içindeki yapısına inanıyorum ve onun doğru olduğunu düşünüyorum.

Tabii ki bu bir kaosa sürüklenmek, kaotik bir noktaya gitmemesi için de bir düzen gerekiyor.

Onunda kendi kendini bulduğunu ve bir şekilde kendi içindeki ritmi bulduğunu düşünüyorum.

Bu ritimlerin bozulma sebepleri de genellikle, genel ülkelerin kendi içerisindeki siyasetlerinde oynadıkları bir takım oyunlar.

Çünkü mecbur, o da orada bir ligde, o da orada bir oyun oynuyor.

O da bir futbol oynuyor. Aslında hep beraber gizli hedef oynuyoruz dünyada.

Hep şey denir ya, herkes kendi ülkesini kötüler, hayır ya, kimse kendi ülkesini kötülemiyor, herkes durumlara yorum yapıyor.

Tüm mesele, herkes insanca yaşamaya çalışıyor.

Evet, bütün konu o! Kişiler kendi özgürlüklerini arıyorlar.

Benim dünyam çocukluğumdan itibaren aslında tamamen bir ölümüne başkaldırıyla açıldı sahnemiz, hayatımız, karşı çıka çıka doğruyu bulduk.

Bir baktık bizim karşı çıktığımız gibi olmuşuz, söylediklerimizin tam karşının dibinde onunla beraber…

Hangi durumu desteklediğinizi bile fark etmiyorsunuz onun içine girdiğinizde. Onun için kavganın olduğu yerde haklı olamaz.

Kaynak: Magazinkolik / Magazin
title
Close