Carmen Martín Gaite'den: Yaşamak Tuhaf Şey
İspanyol edebiyatının en önemli kadın yazarlarından biri olan Carmen Martín Gaite, 1978'de İspanyol Ulusal Edebiyat Ödülü'ne layık görüldü ve eserleriyle ülkesinde başka pek çok ödül aldı.
2000 yılında öldüğünde, İspanyol Kraliyet Akademisi'nin iki kadın üyesinden biriydi. Akademi'nin Fastenrath Edebiyat Ödülü'ne layık görülen Yaşamak Tuhaf Şey, yazarın 1955 Kuşağı olarak adlandırılan toplumsal gerçekçi gruptan uzaklaşan üslubunun en belirgin örneklerinden biri; insanın annesini kaybetmesiyle girdiği yaşam muhakemesini ve bir kadının hayatındaki ruhsal çalkantıları Virginia Woolf'u anımsatan, anlık düşünceler ve metaforlarla bezeli bir üslupla anlatıyor.
Madrid'de kütüphane arşivinde çalışan ve yakın zamanda annesini kaybetmiş otuz beş yaşındaki bir kadın, hayatını bir dengeye oturtma çabasıyla, on sekizinci yüzyılda yaşamış dalavereci bir maceraperestin hikâyesindeki muammaları araştırdığı doktora tezini tamamlamaya yönelir ancak kaybın yarattığı boşlukta kendini bu adamla özdeşim kurarken bulur ve karşısında bambaşka bir bilmece belirir; metaforlar.
Metaforlar onu ele geçirmiştir, fevriliği ve şüpheciliği onu kararsızlığa sürüklerken aklına gelen imge ve düşlemler bir ur gibidir; delidolu aşklarla geçirdiği gençlik yıllarının hesaplaşma ânını bekleyen hatıraları ise içine ince ince kök salmıştır. Hayal dünyası onu iyi bir araştırmacı, torun, evlat ya da sevgili olmaktan alıkoyar, zihnindeki karmaşa onu gerçekleri süsleyen bir nakışçıya, kronik bir yalancıya dönüştürür; tüm sorumlulukları bir yana bırakıp bambaşka bir şey yapması gerekiyordur, ama ne? Bu sorunun cevabına ulaşabilmek için önce metaforlar ormanında kendine yol açması gerekecektir.
1997 yılında İspanyol Kraliyet Akademisi Fastenrath Edebiyat Ödülü'ne layık görülen Yaşamak Tuhaf Şey'de Martín Gaite, Virginia Woolf'u anımsatan üslubuyla tuhaf yaşam macerasının derinlerine dalıyor; ölümün yaşayanlara bıraktıklarının, unutamadığımız ya da asla affedilmeyeceğini düşündüğümüz hatalarımızın, kendimizi olduğumuz gibi kabul edebilme mücadelesinin ve sevgi arayışının hikâyesini anlatıyor.
"Biraz dikkat edince her şey tuhaflaşıyor zaten. Yaşamak tuhaf şey! Burada oturmuş, konuşup birbirimizi dinlememiz; tek bir kitaba bile bakmadan cümleleri art arda sıralayabilmemiz; hiçbir şeyin bize acı vermemesi; yiyip içtiğimizin içimizde kıvrıla büküle kendi yolunu bulması; havanın diğerlerini bırakıp yalnızca bizi beslemesi; keyfimize göre bir şeyi ya da tam tersini yapmak istememiz ve keyfimizin muhtemelen aslında kadere bağlı olması; tüm bunlar idrakimizin sınırlarını zorluyor ve işin tuhafı, bunu normal karşılıyoruz."