Haberler
BBC

Çin-Rusya ilişkileri: Batı karşısında perçinlenen ittifakın dünü ve bugünü

Haberler
Güncelleme:
Haberler
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Çin ve Rusya, Batı karşısında ortak adımlar atıyor.

Rusya ve Çin arasındaki yakınlaşma son yıllarda askeri alanda gittikçe artan bir iş birliği de sergilemeye başlayınca ABD, NATO, Avrupa Birliği (AB) liderliklerinin kaygıları arttı, "Yeni bir Soğuk Savaş mı başlıyor?" sorusunu gündeme geldi.

Bu kaygılar Ukrayna krizi sırasında, bu kez "yeni bir büyük savaş olasılığı" tartışmalarıyla daha da arttı. Dış politika ve jeopolitik alanında çalışan Batılı yorumcular Rusya ve Çin arasındaki yakınlaşmayı şimdi, Ukrayna kriziyle, bu krizi de Tayvan sorunuyla ilişkilendiriyorlardı.

Son olarak, Kış Olimpiyatlarında Pekin'de buluşan Vladimir Putin ve Şi Jinping'in "Yeni Bir Döneme Giren Uluslararası İlişkiler ve Sürdürülebilir Küresel Kalkınma Hakkında" tutumlarını açıklayan ortak imzalı bildirisi, "yakınlaşmanın" artık bir "jeopolitik eksene" dönüştüğüne, belki de yakında NATO benzeri bir ortak örgütlenmenin gündeme gelebileceğine ilişkin kimi spekülasyonları yoğunlaştırdı.

Yakınlaşma yeni değil

Gerçekte, Rusya ve Çin arasındaki yakınlaşma ortak tavır alma sürecinin tarihi sanılandan daha eski, ta Soğuk Savaş'ın bittiği yıllara, hatta daha da öncesine, Çin'in dünya ekonomisine açılmaya başladığı döneme kadar uzanıyor. Çin ve Rusya: Yeni Yakınlaşma (2018) başlıklı çalışmasında Alexander Lukin, Deng Şiaoping'in daha o zaman "Sovyetler Birliği'nde hangi değişimler gerçekleşecek olursa olsun ilişkilerimizi, siyasi ilişkiler de olmak üzere sakin biçimde geliştirmeliyiz" dediğini aktarıyor.

O ilişkiler Soğuk Savaş bittikten ve SSCB dağıldıktan sonra ABD'nin gündeme getirdiği "tek kutuplu" dünya savına karşı çok kutuplu dünya savını savunma çabaları sırasında derinleşmeye başladı.

Gorbaçov SSCB devlet başkanı olarak istifa etmeden az önce, 1991'de iki ülkenin dışişleri bakan yardımcıları buluşarak, Rusya ve Çin arasındaki ilişkileri konuşmaya başladılar.

SSCB yerini Rusya Federasyonu'na bıraktıktan sonra Başkan Boris Yeltsin 1992'de Çin'i ziyaret ederek bir "dostluk, iyi komşuluk ve işbirliği anlaşması" imzaladı.

Yeltsin, "bu ilişkiler bizim için çok önemlidir. Batı ile ilişkilerimizde Çin'in omuzlarına yaslanabiliriz" diyordu.

İki ülke 1994'de, ABD'nin "tek kutuplu dünya" projesine karşı ortak bir deklarasyon yayımladı.

Çin 1995'te Rusya dış politikasında "birincil öneme sahip ülke" statüsüne yükseldi ve tek kutuplu dünya projesine karşı çok kutuplu dünya ortak tutumu 1997'de Yeltsin ve Jiang Zemin'in imzaladığı bir ortak açıklamayla resmileşti.

NATO 1999'da Sırbistan Başkenti Belgrad'ı ve Çin konsolosluğunu da bombaladıktan sonra Rusya ve Çin arasındaki ilişkiler daha da derinleşti. Çin Devlet Başkanı Jian Zemin, Çin ve Rusya arasındaki yakınlaşmayı "yeni tip bir uluslararası ilişki" olarak niteliyordu.

NATO'nun doğuya, eski SSCB ülkelerine doğru genişleyerek, Rusya'nın bugünkü tutumunu belirleyecek jeopolitik zemini yarattıktan, Putin Rusya Devlet Başkanı olduktan sonra iki ülke arasındaki ilişkiler belli bir istikrara ve açıklığa kavuşmaya başladı.

Rusya ve Çin arasındaki yakınlaşmanın arka planına ilişkin bu bölümü Putin'in 2007 Münih konferansındaki konuşmasına değinerek bitirebiliriz.

Konuşmasına, "dolambaçlı bir diplomatik dile başvurmadan konuşacağım" diye başlayan Putin, sözü "tek kutuplu dünya" projesine getirdiğinde, "Bu, ne kadar süslerseniz süsleyiniz eninde sonunda tek bir tip duruma işaret ediyor: Tek bir otorite merkezi, tek bir güç merkezi, tek bir karar merkezi… Bu, içinde yalnızca tek bir efendi, tek bir egemenlik söz konusu olan, son tahlilde yalnızca bu sistem içinde olanlar için değil, içinden çürüteceği için egemen güç için de son derecede zararlı bir durum olacaktır" sözleriyle Rusya'nın, ABD'nin liderlik konumu kabul etmeyeceğini açıklıyordu.

O yıl Rusya ile Çin arasındaki yakınlaşma yeni bir ivme kazandı. Michal Lubina, "Russia and China: A political Marriage of convenience (2017) (Rusya ve Çin: Bir Politik Mantık Evliliği) başlıklı çalışmasında "2007 Rusya'da Çin yılıydı" diyor.

İki ülke Ocak ayında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde Burma Cuntasına hedef alan karara karşı, veto yetkilerini birlikte kullanmışlardı.

Münih konferansından sonra, dönemin Çin Devlet Başkanı Hu Jintao Moskova'yı ziyaret etti.

Yapılan ortak açıklama karşılıklı güveni arttırmayı, ekonomi ve güvenlik alanlarında işbirliğini güçlendirmeyi vurguluyordu.

O yıl bir açıdan daha önemli. Nitekim Kasım ayında Şi Jinping'in Merkez Komite politbüro daimi komitesine giriyor ve Başkanlığa giden yol açılıyordu.

İki ülke arasında ' stratejik güven ' arttı

Rusya ve Çin arasındaki yakınlaşma sürecine, Soğuk Savaş'tan sonra ABD'nin izlediği dış politikanın da katkıda bulunduğu söylenebilir.

ABD, Soğuk Savaş döneminde Richard Nixon başkanlığında izlediği Çin ile yakınlaşarak SSCB'yi yalnızlaştırma politikasını, Soğuk Savaş ertesinde, Doğu Blok'u dağıldıktan sonra terk etti.

ABD, artık dünyadaki "tek süper güç" olduğu iddiasıyla, özellikle 11 Eylül 2001'de gerçekleşen saldırıya tepki olarak dayatmacı bir "imparatorluk projesi" benimserken Rusya ve Çin'i birlikte karşısına aldı.

Böylece Çin ve Rusya ABD karşısında dayanışma ve iş birliğine dayalı bir dış politikaya daha çok önem vermeye başladılar.

2000'li yıllarda Çin, Rusya'nın en büyük ticaret ortağı konumuna gelirken, Rusya'yı petrol ve gaz, hatta mineral kaynakları tedariki açısından istikrarlı bir kaynak olarak görmeye başladı.

Aynı dönemde, Putin, Rusya yakın çevresinde, SSCB dağıldıktan sonra kaybettiği nüfuz alanlarını yeniden kazanmaya, Suriye iç savaşı sırasında Suriye ve İran'la, hatta İsrail ile ilişkilerini derinleştirerek Ortadoğu'da ve Doğu Akdeniz'de daha etkin olmaya yönelik bir dış politika izlemeye başlamıştı.

ABD ve Batı'nın, engelleme çabalarına ve yaptırımlarına karşında, Putin için, 2008 finansal krizini izleyen dönem boyunca ekonomik ve siyasi gücünü kanıtlayan, ABD merkezli dünya ekonomisinin kurallarına daha sık itiraz etmeye başlayan Çin'in, Yeltsin'in deyimiyle, "omuzlarına yaslanmak" giderek daha da önem kazanıyordu.

Nitekim, Rusya ve Çin liderliği 2013 yılından bu yana, doğrudan ya da elektronik olarak 3 düzineden fazla kez bir araya gelmişler.

Bu süreç boyunca Çin ve Rusya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde daha yakın ve sürekli bir iş birliği içine girdiler ve Batı dışındaki ülkeleri, örneğin, Myanmar, Afganistan, Suriye, Libya, İran, Venezuela'yı hedef alan yaptırım önerilerini birlikte veto ettiler. Son olarak Kazakistan ve Ukrayna'daki gelişmelerde Çin, Rusya'nın tutumunu destekledi.

Rusya, Asya'da ve Ortadoğu'da, dolayısıyla Çin'in Kuşak ve Yol İnisiyatifi coğrafyasında etkisini arttırırken, Çin'in de Ortadoğu'da önemli ekonomik ve siyasi bir varlık inşa etmeye başladığı görülüyor.

O kadar ki, Çin Komünist Partisi'ne yakın, Global Times'da, Körfez İş Birliği Konseyi'nin dört üyesinin dış işlerinin Çin ziyaretinin ardından, 18 Ocak'ta yayımlanan bir yorumda, önde gelen Ortadoğu uzmanlarından Niu Xinchun, "Ortadoğu ülkelerinin ABD yörüngesinden çıkmaya başladığını" ileri sürüyor ve "belki de gelecekte, petrol fiyatlarını, ABD yerine Suudi Arabistan ve Rusya ile Çin düzenleyecektir" diyordu.

Kimi analistler, Rusya'nın Ukrayna'da, Çin'in Çin Denizi'nde Tayvan bağlamında izledikleri politikalar arasında da önemli benzerlikler buluyor. Bu analistlere göre, iki ülkenin de amacı bu aşamada Ukrayna'yı da Tayvan'ı ilhak etmek değil, ABD'nin iktidarsızlığını kanıtlamak ve geri çekilme sürecini hızlandırmak.

Rusya ve Çin'in, Çin'de ve Pasifik'te gerçekleştirmeye devam ettikleri ortak kara, hava ve deniz tatbikatlar, askeri manevralar, füzelere karşı ortak erken uyarı sistemi geliştirme, ayda üs kurma projeleri de iki ülke arasında "stratejik güven" ilişkisinin giderek güçlenmekte olduğunu düşündürüyor.

BBC
title
Close